. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
“Dil benim için daimi bir tutku”

 

Elif Şafak, kelimelere âşık bir yazar... Şafak: "Harflerin yerini değiştirerek sonsuz anlamlar elde etmek bana büyü gibi geliyor. Mucize gibi. Yazar dili kullanmaz; dil yazarı şekillendirir, alır uçurur. Dile olan ilgim de tutkum da baki" diyor. Elif Şafak ile yazarlığını, göçebeliğini, anne olmayı, aşkı ve son kitabı "Aşk"ı konuştuk...

 

Her mevsim göç meysimiymiş gibi uçmak, bir türlü bir yere konamamak, daimi göçebelik hali... Kökleri toprağa bağlı olmayan Tuba ağacına benzetiyorsunuz kendinizi. Bu göçebelikten, yurtsuzluktan, aidiyetsizlikten bahseder misiniz biraz. Nasıl besliyor bu durum sizi, neler katıyor size, neler götürüyor?

35 yaşıma kadar elde bavul, ülke ülke dolaşarak yaşadım ve bu yaşam tarzını hem çok sevdim hem de bundan beslendim. Anneliğin beni en çok zorlayan kısmı, belki de yerleşikliği oldu. Elbette özlediğim oluyor hippi dönemlerimi. Ama şimdi de yarı yerleşik yarı göçebe bir sentez çıkacak belki de. Ben sentezleri seviyorum.

Bu göçebelik nedeniyle bir düzen tutturamamak ve bir dağınıklık söz konusu olabiliyor. Her daim yanınızda olmasını arzu ettiğiniz ama maalesef taşıyamadığınız "şeyler" (kitaplar, nesneler vs...) nelerdir?

O kadar çok nesne var ki... Zaten göçebelik nesnelerle ilişkinizin tamamen geçicilik üzerine kurulması demek bir yanıyla. Göçebe koleksiyoncu olamaz. Biriktiremez. Öyle anı kutuları, albümler, her anın ayrı ayrı fotoğrafları...

Göçebe, böyle kutu kutu yaşayamaz hayatı. Taşıyamaz ki sırtında. Devamlı vazgeçmek üzerine kuruludur göçebelik; devamlı yenilenmek, sıfırdan, yeniden inşa etmek, sonra onu bırakıp yeniden ve yeniden... Ben en çok kitaplarımı bir arada tutamamaktan çektim. Bir ara baktım her yerde bir koli kitap var, İstanbul´da, Ankara´da, Boston´da, Michigan´da, Arizona´da... Hâlâ hepsini bir araya getirebilmiş değilim.

Kaostan beslendiğinizi ve aşırı bir düzen halinde panikleyeceğinizi söylüyorsunuz. Birçok yazarın tam tersine... Bu durum zaman zaman sıkıntıya sokmuyor mu sizi?

Kaostan beslenmenin kendine göre yan etkileri var. İnsanı hırpalayan, yoran bir şey. Sanat için çok iyi, ama sanatçı acısından zor, yıpratıcı. Bununla beraber müthiş bir dinamizm, müthiş bir kendini yenileme becerisi taşıyor, delilik ile dinginlik arasında bir sınırda. Her deliliğin içinde dinginlik ve her dinginliğin içinde delilik var ama...

11 yaşında annenizle yurtdışına çıktınız ve o dönemden itibaren öyküler ve şiirler yazmaya başladınız. Ancak artık Türkçe değildi yazdıklarınız. Ana dilden uzak kalmak, farklı dillerde okuyup, yazıp, düşünmek, konuşmak sizi, yazın yaşamanızı/edebiyatınızı nasıl etkiledi?

Anadilimden kopmak, o uzaklaşma, uzun vadede benim ana dilimin kıymetini daha iyi anlamamı mümkün kıldı. Ben yaşıtlarımdan farklı olarak Türkçe çalışmak zorunda kaldım. Ve bu bende bir açılım sağladı, hâlâ bugün Türkçe çalışırım, sözlük okurum, dile özen gösteririm. Dil benim için daimi bir tutku. Kelimelere hayranım, aşığım, harflerin yerini değiştirerek sonsuz anlamlar elde etmek bana büyü gibi geliyor. Mucize gibi. Yazar dili kullanmaz; dil yazarı şekillendirir, alır uçurur. Dile olan ilgim de tutkum da baki.

Kültürel yabancılaşma, "öteki" olmakla ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz; bu durumdan nasıl beslendiniz?

"Öteki" benim için en önemli kavramlardan biri. Sanatın işi empati kurmak, yakın değilmiş sanılan unsurlar arasında köprüler kurmak, insanın hem kendisini hem başkasını daha iyi anlamasına katkıda bulunmak. Edebiyatın sırrı, kendini bir başkasının yerine koyabilmek...

Tasavvuftan yoğun bir şekilde besleniyorsunuz; bu konuyla olan ilişkiniz nasıl başladı?

Tasavvufa ilgim tamamen kişisel bir merakla, bundan 15 sene evvel başladı. El yordamıyla, karanlıkta ilerlercesine. Okudukça merakım arttı, yaklaştıkça sevdim, sevdikçe değiştim. En nihayetinde akıldan kalbe indi. Entelektüel bir ilgi olmaktan çıkıp yaşadığım bir hakikate dönüştü.

Son kitabınız Aşk da yoğun bir şekilde tasavvufla yoğrulmuş; kahramanlarınız arasında Mevlana/Rumi ve Şems de yer alıyor zaten. Neyi amaçladınız bu kitapta?

Tasavvuf, muazzam bir derya-deniz ama yaşayamadıktan sonra her şey kâğıt üzerinde. Ben bu romanda; tasavvuf nasıl yaşanır, buna bakmak istedim. 13´üncü yüzyılda yaşamış bir şair Mevlana, bugünün insanına ne ifade eder, nedir tılsımı? Nasıl oluyor da Mevlana hâlâ bugün Batı’da en çok okunan şair olabiliyor? 1244 ile 2008 seneleri arasında mekik dokuyan bir roman bu. Paralel zamanlar, paralel hikâyeler üzerinden...

Aşk´ın kitap kapağı nasıl ortaya çıktı?

Kapaktaki fotoğraf Ebru Bilun´a ait. Bir yaprağın röntgeni. Yurtdışındaki sergilerden bu fotoğrafı isteyen çok insan olmuş. Kimseye verememiş. Sonra Uğurcan Ataoğlu, "Elif Şafak´ın yeni kitabı için" diye isteyince, verdi sağ olsun. Ayrıca tüm kitaplarımın kapak tasarımları yeniden yapılıyor. Mesela Pinhan´ın kapağı Mercan Dede´nin bir tablosu, Şehrin Aynaları, Hüseyin Çağlayan´ın bir kreasyonu.

Bu kitapta karakterlerin çoğu erkek. Bir kadın olarak erkek karakterlerinizi nasıl oluşturuyorsunuz?

Virginia Woolf’un şöyle bir sözü var: "Yazarın kalemi çift cinsiyetli olmalı". Ben yazarken kadın da oluyorum, erkek de. Kuklacı gibi karakterlerimi tepeden oynatmıyorum. Aşk’ta çok belirgin üç ana karakter var mesela; Mevlana, Şems-i Tebrizi ve Aziz Zahara. Tasavvufla ve annelikle daha kucaklayıcı oluyorsunuz. Bu yazar için çok iyi bir özellik. Katili de, Şems’i de, bir fahişeyi ya da Mevlana gibi bir bilgini anlatırken empati çok önemli.

Dünyevi aşkı nasıl tanımlıyor Elif Şafak? Aşk ve evlilik, hayata nasıl bir boyut kazandırıyor?

Ben "ah min-el aşk" diyen Osmanlı kültürünü seviyorum, ne varsa aşktan beri, aşktan bu yana. Aşk bir milat. Evlilik farklı bir şey. Bir kere bir kurum evlilik. Bir sosyal kimlik. Kolay bir şey değil. Evlilik çok rahatlıkla rutine, alışkanlıklara dönüşebiliyor. Bu da insanı içten içe kurutan bir şey. O yüzden evliliği de çok fazla ciddiye almadan yaşamak en iyisi. Hayatın merkezinde evlilik olursa kadının da erkeğin de hayatları tekdüzeleşiyor.

Âşık olmak kolay belki de; onu yaşatmak, devam ettirmek nasıl mümkün kılınır; her şeyin çok hızlı tüketildiği günümüzün aşk anlayışını değerlendirir misiniz?

Aşk, değişmek demek. Eğer âşık oldum ve hâlâ aynı insanım diyorsanız orada bir oturmamışlık var gibi geliyor bana. Âşık insan değişime açık olmak durumunda, alır değiştirir aşk, halden hale sokar. Aşkın ömrü değişime ne kadar açık olduğumuzla paralel.

Siyah Süt´ün ardından yeni bir bebek dünyaya getirdiniz; yaşadığınız tüm sıkıntılara rağmen. Tüm bunlardan sonra Şehrazat Zelda, Emir ve yazmak boyutunda ne gibi gelişmeler var? Annelik ve yazmak konusundaki son durumlar, yeni projeler neler?

Hani çocukların oynadıkları renkli hamurlar var ya, işte annelik aldı beni öyle hamur gibi yoğurdu, yeniden şekillendirdi. Bana sabrı, şefkati, kendi hatalarımla yüzleşmeyi, dünyaya yeni bir gözle bakmayı öğretti. Tabii bir de şu var; annelik bir seferde hop diye kazanılan bir sıfatmış gibi konuşuyoruz ama öyle değil. Bu uzun, sürekli bir öğrenme süreci. Bence her anne, çocuklarının öğrencisi.

"Kendini aramak/bulmak" bağlamında size neler kattı bu iki hamilelik süreci ve sonrası?

Benim gibileri için en zoru ilk hamilelik galiba. Bir de her hamilelik farklı oluyor. Bu sefer benzer problemler yaşamadım. Doğum süreci de sonrası da daha kolay, sakin ve yumuşak oldu. Ama bunda Siyah Süt´ü yazmamın payı var. O kitap iyileştirdi beni. Siyah Süt, doğum sonrası depresyonu anlatıyor ama bunu mizahla yapıyor, iyileştirerek yapıyor. Pek çok insandan bu kitabı okumanın benzer şekilde okura iyi bir enerji verdiğini duydum.

Anneannelerin-büyüklerin hamilelik dönemi ile söyledikleri şeylere kulak vermek gerekiyor mu bugün hâlâ? Anneannelerin bir bildikleri var mı acaba?

Var tabii, olmaz olur mu? Zira yüzyılların birikimi olan bir kültür var, kadınların kendilerine has bir uzun bilgi zincirleri var. Biz kimi zaman modernleşmek, batılılaşmak adına bu silsileden kopuyoruz, kopmakla daha bilgisiz, daha donanımsız kılıyoruz kendimizi.

Günümüzün "modern anne" imajını nasıl değerlendiriyorsunuz; kariyer de yaparım, bebek de, her şeye yetişirim; mümkün mü bu?

Ben bunu şöyle görüyorum; kariyer de yaparım, bebek de, depresyona düşerim, çıkarım da. Yani eğer bu kadar çok yönlü olmanın bizi hem zenginleştirip bir yandan da yıprattığını göremezsek, hikâyeyi eksik anlatmış oluruz. Annelik ile iş yan yana gitmesi kolay şeyler değil, ama imkânsız da değil, artıları ve eksileriyle konuşmaktan, konuşabilmekten yanayım…

 

 

MNG Box, Sayı: 15, Temmuz-Ağustos 2009

 

 

İzlenme : 4648
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us