Son yılların genç ve başarılı edebiyatçılarından Elif Şafak, “Benim esas gönlümde yatan, beni heyecanlandıran kitap, henüz yayınlamadığım, gelmeyen romandır. En büyük yazar Allah... Bizler de O’nun yazdığı hikâyelerin karakterleriyiz… Tüm hikâyelerimizin yazarı da O… En büyük yazar da O…” diyor. Şafak’la, hakkında en çok konuşulanları ve merak edilenleri konuştuk...
"Osmanlı üzerine kitap yazarsanız anında “oryantalist” diyorlar. Tasavvuf hakkında yazarsanız anında “Mevlana’dan prim yaptı” diyorlar. Demek ki biz hiç kendi kültürümüz, kendi tarihimiz hakkında yazmayacağız, öyle mi?”
- Yazar olmaya karar verişinizin Kırmızı çizgisi var mıydı?
Ben yazmaya sekiz yaşında başladım. Yazar olma hayalleri kurduğum için değil. Böyle bir yaşam tarzı olduğunu dahi bilmiyordum ki o zamanlar. Çok yalnız ve içine kapanık bir çocukluk ve ilk gençlik dönemi geçirdim. Düzenli, dengeli bir aile ortamında büyümedim ve kendi kendimi yetiştirmem gerekti, insanları uzaktan gözlemleyerek. Hayaller ve hikâyeler dünyasına gittim ben de. Hep kitap okurdum bir köşede. Hikâyelerin dünyasını yaşadığım hayattan daha renkli ve sahici buluyordum. Böyle başladım yazmaya.
- Türkiye’nin en fazla kazanan yazarlarından birisiniz. Para ruhu öldürür mü, yoksa acı daha mı çok yazdırır. Kazandıkça yazma işi etkilenir mi?
Bazen yazarların da etten kemikten insanlar olduğunu unutuyoruz galiba. Yazarlar da elektrik faturası ödeyen, çocuklarını okutan, aile geçindiren insanlar. Biz Kaf Dağında yaşamıyoruz ki. Yazar bir kitap yazıyor, belki üç, belki dört sene ondan kazandığıyla geçiniyor. Çoğumuz bunu yapamadığımız için ek işler yapıyoruz. Benim işim roman yazmak, tutkuyla ve aşkla. Gerisini ben bilemem. Bir kitap ne kadar satar, bestseller olur mu olmaz mı, bunlara kafa yorarak yazmam. Romanları çok satan yazarlara kızmak yerine, daha fazla yazarımızın, şairimizin, çevirmenimizin para kazanmalarını, böylelikle yaptıkları işe daha çok zaman ve enerji ayırabilmelerini desteklesek, daha hayırlı olur.
- Geniş kitlelerce tanınmaya başladığınız ilk çalışma Mahrem’le birlikte oldu. Bildiğimiz Elif Şafak, 10 yıldır etkili bir edebiyatçı olarak karşımızda duruyor. Süreye bakarsak çok değil gibi… Siz ne düşünüyorsunuz? Artık piştim diyor musunuz?
Ben kendi edebi miladımı Pinhan ile başlatırım. O romanın yeri gönlümde başkadır. Pinhan’dan bu yana 15 sene geçti. Kitaplarıma baktığımda şunu görüyorum: Her biri bir öncekinden çok farklı. Kendini tekrar etmeyi seven biri değilim. Ne üslupta ne içerikte... Ben hayatın öğrencisiyim. Her gün yeni bir şeyler öğreniyorum. Her gün yeni şeyler yazmak istiyorum. Pişmeye gelince, o başka bir mertebe. Pişmek bir ömür boyu devam ediyor.
- Türk edebiyat tarihinin en kısa sürede en çok satan edebi eserinin yazarı unvanına sahip oldunuz. Peki, siz hangi kitabınızda, “işte budur. Bu saatten sonra beni tutana aşk olsun” dediniz.
Ben yazdığım her kitaba âşık olmuşumdur. Anlattığım her ana karaktere aşık olmuşumdur. Yoksa yazamam. Ama kitaplarımın benden ayrı bir seyrüseferi var. Onların kendilerine has bir yolculukları var. Ben kitaplarımın sahibi değilim, efendisi değilim. Yazarım, noktalarım ve yazdıktan sonra suya salarım. O nehir onları alır, okurla buluşturur. Ben sadece uzaktan bakarım. Benim esas gönlümde yatan, beni heyecanlandıran kitap ise henüz yazmadığım kitaptır. Henüz gelmeyen roman…
- Şarkı sözü yazarlarıyla ilgili yaptığınız çıkış, o çevrede sert tepkilere neden oldu. Bazıları, “Bu roman yazmaya benzemez” dedi, bazıları da, “Piyasa yapmak istiyor, roman yetmedi şimdi de şarkı sözü mü yazacak” dedi. Nedir bu işin aslı astarı? İnadına oturup şarkı sözü yazacak mısınız? Ya da böyle bir düşünceniz var mı?
Polemik seven bir insan değilim. Mümkün mertebe uzak duruyorum şahsi münakaşalardan. O yüzden hiç isim vererek bir şey yazmadım. Bütün şarkı sözü yazarlarıyla ilgili bir genelleme yapmadım, yapmam da. Benim çocukluğum 1970’lerde geçti. O dönemin popüler şarkı sözleri o kadar duygusal ve duyarlıydı ki. Evde hep Türk sanat musikisi dinleyerek büyüdüm, annemden dolayı. Ve o birikime çok saygı duyuyorum. Oradaki kelime seçimi, dil kullanımı beni büyülüyor. Bugün aynı özeni göstermediğimize inanıyorum. Hepimizin, yani sadece şarkı sözü veya roman yazanlarımızın değil, hepimizin dile emek vermesi gerektiğine inanıyorum.
- Kitaplarınızı nasıl bir teknik yol izleyerek yazıyorsunuz? O bütünlük nasıl kurgulanıyor? Önce karakterler mi netleştiriliyor, yoksa ya bismillah deyip akışa mı bırakıyorsunuz?
Ben hep bir resim ile başlıyorum yazmaya. Gözümün önüne bir sahne geliyor, bir resim, renkler, ben de başlıyorum o sahneyi kovalamaya. Merak ediyorum 10 sayfa sonra ne olacak, ben de bilmiyorum ki. Yazarken bazen kendimi “yaratıcı” buluyor, bazen de sadece “kalem” olarak görüyorum. Kâtip gibiyim. Yazıyorum ama yazdıran başka. En büyük yazar Tanrı. Onun yazdığı karmaşık hikâyelerin mütereddit karakterleriyiz biz de.
- Kitaplarınızı önce İngilizce yazıp, Türkçeye çevirilerinin yapılması bazı çevrelerce tepkilere neden oldu? Neden tersini yapmadınız? Sonuçta Türkiyeli bir yazarsınız?
Araf’tan bu yana hem İngilizce hem Türkçe yazıyorum. İki dilde yazmaktan büyük bir heyecan duyuyorum. Diller arası yolculuk yapmayı seviyorum. Bir roman yazmak zahmetli bir süreç... Onu iki dilde yazmak iki kat fazla mesai harcamak demek. Ama dilleri seviyorsanız külfet gibi gelmiyor. Türkçeye büyük bir sevdam var. Osmanlıca kelimeleri ve tasavvufi terimleri kullanmayı seviyorum. Bu benim tutkum. Öte yandan İngilizce yazmak da beni zihnen besliyor. Keşke Rusça da yazabilsem, İspanyolca da yazabilsem. Farklı farklı dillerin labirentinde kendini aramak bir yazar için heyecan vericidir.
- “Aşk”tan sonra tasavvuf ve Mevlana üzerinden prim yapılıyor yönünde eleştiriler yükseldi. Ne diyorsunuz?
Benim sadece AŞK’ta tasavvufla ilgilendiğimi zannedenler demek ki daha evvelki kitaplarımı okumamışlar. Pinhan’dan bu yana kimi zaman daha geride kimi zaman daha belirgin bir şekilde tasavvuf hep benimle beraber geldi. Bit Palas’ta, Siyah Süt’te, Şehrin Aynaları’nda tasavvuf yok mu? Vardı. Hep vardı. Tuhaf ve tepkisel bir eleştiri anlayışı var. Osmanlı üzerine kitap yazarsanız anında “oryantalist” diyorlar. Tasavvuf hakkında yazarsanız anında “Mevlana’dan prim yaptı” diyorlar. Demek ki biz hiç kendi kültürümüz, kendi tarihimiz hakkında yazmayacağız, öyle mi?
- Dini motiflere çok gönderme yapıyorsunuz. Tezinizi de İslam ve kadın üzerine yapmışsınız. Dinle aranız nasıl?
Ben inanç ile ilgiliyim. Din felsefesiyle, dinler tarihiyle ilgiliyim. Bir romancı nasıl bunlara kayıtsız kalabilir ki? Hayat ne demek, ölüm ne demek, bu dünyada olmak ne demek, insan olmak ne demek… Bunlar romancıların da kendilerine sordukları temel sorular. Romancının işi insanı anlamak ve anlatmaktır ve ben inancı anlamadan insanı anlayabileceğimizi sanmıyorum. Türkiye’de bu konularda çok sabırsız, aceleci ve yargılayıcı davranıyoruz. İnançlı olmak “dinci” olmak demek değildir. Birçok insanın içinde manevi bir arayış var. Bu insan solcu olabilir, sosyal demokrat olabilir, hatta agnostik olabilir. İçindeki manevi arayış aynıdır, evrenseldir.
- Bir kitabı bitirmek nasıl bir duygu… Biter bitmez bu defa daha iyisi olmalı diyerek yeniden yazmaya mı başlıyorsunuz, yoksa ‘bakalım ne zaman yeni bir hikâye gelecek’ diyorsunuz?
Ben bir kitabı bitirir bitirmez yenisine başlamam. Acele etmem. Tam tersine, gider, başka şeyler yaparım bir süre, demlenirim. Benim bir ruhsal sarkacım var. Zihinsel ve ruhsal bir sarkaç. Roman bitince sarkaç öbür tarafa gider, ben toplumun içine karışırım, insanları dinlerim, çok dinlerim. Çok okur, bol bol seyahat ederim. Ta ki sarkaç yeniden roman yazma mevsimine gelinceye kadar.
- 4 yaşında bir kızınız ve 2 yaşında bir oğlunuz varken evlat edinmeyi düşündüğünüzü söylediniz. Hala aynı fikirde misiniz, neden?
Annelik bana çok şey öğretti, öğretiyor. Anneler babalar kendi çocuklarının öğrencisi aslında. İleride evlat edinmek istiyorum. Dünyada ilgiye, sevgiye ihtiyacı olan o kadar çocuk varken ve bizim de verecek sevgimiz, ilgimiz varken neden daha fazla çocuk evlat edinmeyelim?
- Babasız olarak büyümek yazdığınız kitaplara nasıl yansıdı?
Babasız büyümek benim kişiliğime de, kitaplarıma da yansımıştır muhakkak. Bana kazandırdığı şeyler de var, eksileri, eksiklikleri de var tabi. Ben mesela ataerkil, tipik bir ailede büyüseydim, bu kadar başına buyruk, dünyayı dolaşamazdım. Babasızlık beni aynı zamanda daha girişken ve özgür kıldı. Yaşıtım kız çocukları “baba nasıl idare edilir?” öğrenirken, ben öğrenmedim. O yüzden “koca nasıl idare edilir?” dersine de çalışmadım. Öte yandan babasızlık bir sevgi eksikliği de yarattı. Yara bere, arıza bol bol var.
- Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitap var mı?
Yeni romanım için acele etmedim. Demlendim. Ben konuya gidince olmuyor, konu bana gelmeli. Bana birçok okurum AŞK 2’yi ne zaman yazacağımı soruyor. Ama ben yepyeni bir yolculuk yapmayı tercih ediyorum. Şu anda üzerinde çalıştığım roman Aşk’tan çok farklı. Benzerlikler var ama bambaşka...
KISA KISA
Yazmak: Aşk
Kitap: Kâinat
Allah: Hikayelerimizin yazarı
Varmak istediğiniz yer: Kelam
Sevdiğiniz renk: Mor, Sarı ve Siyah
Sizi huzurlu kılan: Muhabbet
Yarın güneşin batıdan doğacağını kesinlikle öğrenmiş olsaydınız, ilk sözünüz ne olurdu? “Ama güneş zaten hem batıdan doğuyor hem doğudan, mademki dünya yuvarlak... ”
2011/01/11
Orhan Turan
|