ELİF ŞAFAK: Roman yazarken İstanbul gibi oluyorum...
Yeni romanını yazmak için Londra´ya yerleşen Elif Şafak, roman yazmanın yıpratıcı bir iş olduğunu vurgulayarak, ´Karakterleri yazarken benim de ruh halim çok değişiyor. Kah açılıyor, kah kapanıyor. Hakikaten İstanbul gibi oluyorum, iniş çıkışlı, bol çelişkili, yokuşlu´ diyor.
Aşk adlı romanıyla büyük bir başarı yakalayan Elif Şafak, ´Firarperest´ adlı gazetelerde yayımlanan yazılarından oluşan deneme kitabıyla yeniden gündemde. Aslında ´Firarperest´ten ziyade yazmak için Londra´ya yerleştiği yeni romanıyla daha çok gündemde olan Şafak, yeni romanını Olay okuyucuları için anlattı... ´Firarperest´ ile firar duygusuna göndermeler yaptığı yazılarını bir araya getiren Şafak, gazetelerde boy göstererek ´köşe yazısından uzak, makaleye yakın´ ve içinde muhakkak öykünmelerin bulunduğu yazılarıyla gazete okurlarından da tam not almış önemli bir yazar. Özellikle kaçışları kaleme aldığı yazılarında aslında kaçamayışları harflerle buluşturması, yazılarının köşe yazısından edebi bir denemeye kaymasını sağlıyor… Son romanı Aşk’tan sonra yeni romanını kaleme almaya başladığını ve yeni romanında bir erkek karaktere ses vermekte olduğunu bildiğimiz Şafak´a ulaşarak hem ´Firarperest´i hem de yeni romanını konuştuk...
Elif Hanım, Zaman ve HaberTürk gazetelerindeki yazılarınızdan oluşan Firarperest´i ´yeni roman öncesi bir mola´ olarak düşünebilir miyiz? Mola güzel bir kelime. Ama ben galiba daha ziyade bir ´ada´ olarak değerlendiriyorum. Yazı kocaman bir okyanus, uçsuz bucaksız, her kitap ziyaret edilecek bir kıta. Keşfedilecek bir diyar. ´Firarperest´ ise bence görmeye değer bir ada, durup zaman geçirmeye, düşünmeye teşvik eden.
Sanki Firarperest Med-Cezir´e göre daha çoğul... Haklısınız, bence de çok doğru bir tespit. Firarperest’te konular daha çeşitli, daha renkli. Üstelik gündelik hayattan daha çok izlek var. Hayatı kucaklayan bir kitap. Sakin ve dingin ama bir o kadar çok söz söyleyen.
Peki, o zaman bize sizdeki Firarperest´i anlatır mısınız? Aslında bu ilginç bir hal. Romanlarımda ben kendimi çok saklarım. Çünkü orada aslolan benim kim olduğum değil, anlattığım karakterin ne dediği, kim olduğu. Elbette romanların içinde de romancıdan ipuçları var. Ama çoğu zaman saklı. Halbuki deneme yazılarında öyle değil. Orada kendi ruh halinizi, zihniniz, kişiliğinizi daha dolaysız yansıtıyorsunuz. Yazarı daha iyi tanımak isteyen okur da onun denemelerini daha dikkatle okuyor. Bu açıdan da ´Firarperest’in benim için ayrı bir yeri var.
Köşe yazılarınızı ve bu bağlamda kitaplarınızı (Siyah Süt – Firarperest) destekleyen resimler dikkat çekici, özel çalışmalar... Yazı ve resim bütünlüğü sizin için neler ifade ediyor? Bir kitabın ne anlattığı kadar nasıl anlattığı da önemli. Ben estetiğe çok kıymet veriyorum. Dile önem veriyorum. Yani sadece bir söz söylemek değil mesele. Onu nasıl sunduğunuz, nasıl ilettiğiniz de o kadar önemli ki. Üslup çok belirleyici. Öte yandan kelime ile resmin dansına ayrıca hayranım, ´Firarperest’te çizimlerine hayranlık duyduğum bir sanatçı dostumla çalışma fırsatı buldum. Tıpkı HaberTürk´te uzun zamandır beraber çalıştığımız gibi. M. K. Perker Türkiye´nin dünyaya kattığı önemli sanatçılarımızdan.
Dergi ve gazetelerde yazarak daha çok okuyucuya ulaştığınızı düşünüyor musunuz? Nitekim gazete ve kitap okuyucuları birbirinden ayrı kitleler... Gazete ve roman okuyucuları aynı kitleler değil, doğru. Ama birbirlerinden tamamen uzak ya da kopuk da değiller. Gazetede haftada iki kez yazıyorum ve bu dengeyi seviyorum. Gazetede yazmak hayata başka türlü bağlıyor, yoksa bir romancının fazla kendi içine çekilmesi o kadar iyi bir şey değil. Gazetede yazmak bunu da dengeliyor.
´Kendimi çok hırpalıyorum...´
Biraz da yazmakta olduğunuz yeni romanınız hakkında konuşalım mı? Bir röportajınızda ana karakterin serseri bir erkek olacağını söylemiştiniz. Karakterleri oluşturduğunuz dönemlerde nasıl bir ruh haline bürünüyorsunuz? Karakterleri yazarken benim de ruh halim çok değişiyor. Kah açılıyor, kah kapanıyor. Hakikaten İstanbul gibi oluyorum, iniş çıkışlı, bol çelişkili, yokuşlu. Şu anda da öyleyim. Sert erkek karakterler var bu romanda ve onları yazarken bazen içim kararıyor, açıkçası. Hüzün belki de söz konusu olan. Ama biraz da yıpratıcı. Zaten her romanda kendimi o kadar çok hırpalıyorum ki. Fiziksel, zihinsel, ruhsal. Çok fazla emek var her kitabın ardında.
Yeni romanınıza dair birkaç küçük ipucu istesek... Mesela adı, çıkış tarihi gibi... İsmi belli ama şu anda söylemeyeyim izninizle, biraz erken. Ama karakterlerin isimlerini söyleyeyim, iki tanesinin, en önemli iki. İskender erkek karakterin ismi ve onun annesi, Pembe. 1970 sonlarında geçen bir roman bu. İstanbul, Londra, Urfa ve Dubai... Şehirden şehre dolaşacağız. Bir ailenin hüzünlü, derin ve oldukça çarpıcı hikayesine eşlik edeceğiz.
´Benimki hikayeye, harfe duyulan aşk!´
Kitaplarınız yayımlandıktan sonra ne kadarı sizin, ne kadarı okurun oluyor? Bir roman basıldıktan sonra büyük ölçüde okurundur. Özellikle belli bir zaman sonra. Mesela öyle okurlarım var ki, Pinhan’ı benden iyi biliyorlar. Hakikaten. O kadar samimi bir sevgiyle, ilgiyle okumuşlar ki, satır satır. Ben biraz unutuyorum. Unutmam lazım ki yeni bir enerjiyle başka bir kitap yazabileyim.
Çok satan ve bu bağlamda çok okunan bir yazarsınız... Sadık okurlarınızda, yeni okurlarınızı benimseyememe durumları gözlemlediniz mi? Tek bir okur tiplemesi yok. Birbirinden çok farklı okur kesimleri var. Ama mesela beni en çok zorlayan ve hakikaten en çok dinlediğim kesim ‘sadık´ okurlar. Onlar hemen her romanı okumuşlardır, kitaplar arası farkları, geçişleri benden daha iyi bilirler. Eleştirileri hep makuldür, tabi beklentileri bazen zorlar beni ama bu güzel. Ama o okur kesimine gerçekten çok değer veriyorum.
Orhan Pamuk´tan sonra ülkemize Nobel Edebiyat Ödülü´nü getirecek en parlak isim olduğunuzu düşünüyorum... Teşekkür ediyorum güzel sözleriniz için. Öte yandan, bunları konuşmak, düşünmek bana zor geliyor. Ben sevdiğim işi yapıyorum, sevdiğim için yapıyorum. Benim işim hikaye anlatmak. İşin özünde bu kadar basit ve mütevazi bir nokta yatıyor. Hikayeye, harfe duyulan aşk...
Aşk muhabbet demek, Med-Cezir ise yolculuk...
Elif Şafak ile röportajın sonunda küçük bir kelime oyunu oynadık. Ben kitaplarının isimlerini tek tek hatırlattım, o da aklına ilk gelen kelimeyi söyledi. İş böyle olunca da, Aşk muhabbet, Med-Cezir ise yolculuk oldu... İşte Şafak´ın romanlarının adını duyunca aklına ilk gelen kelimeler: Pinhan: Eflatun Şehrin Aynaları: Gümüş Mahrem: Göz Bit Palas: Hudutsuz Araf: Salınım Med-Cezir: Yolculuk Baba ve Piç: Sentez Siyah Süt: Çelişkiler Aşk: Muhabbet Kağıt Helva: Kelam Firarperest: Arayış
Bu röportaj 15 Şubat 2011 tarihli Olay gazetesinde yer almıştır.
Mahir Bora Kayıhan
|