Elif Şafak, yeni romanı Mahrem le ülkenin en çok konuşulan yazarı oldu. Genç yazar, Mahremiyetin gelişmesi gerekiyor. Kadının buna ihtiyacı var. Nasıl görünmem gerekir diye düşünmekten, kendi içimize bakamıyor, önümüzü göremiyoruz diyor
HIZIR TÜZEL
İSTANBUL - Eskiden mahrem diye bir şey vardı. Bazı şeyler gizli kalırdı. İnsanların özel hayatı, aile içi ilişkileri, cinsel yaşamı, dini ve siyasi inançları ve benzeri pek çok şeyi konuşmak, hatta düşünmek ayıp ve günah sayılırdı.
Fi tarihinden söz ediyorum. Günümüzde ise mahrem sözü, artık çok az şey ifade ediyor insanlara. Gelişen iletişim araçları, mahremiyet kavramına öyle bir darbe indirdi ki, az buz değil. Örneğin, televizyonda insanların yaşamı en ince ayrıntısına kadar cümle âleme teşhir ediliyor. Evleniyor, boşanıyor, aldatıp aldatılıyor, soyup soyuluyor. Yaşanılan her türlü güzellik ve kepazelik gözler önüne seriliyor. Bizlerde koltuklarımızda oturup bu iğrençlikleri, büyük bir iştah ve ikiyüzlülükle tüketiyoruz.
Ne idüğü belirsiz insanlar, internette site açıp, evinden 24 saat naklen yayın yapıyor. Gizli kimliklerle birbirleriyle chatleşip, ruhlarının derinliklerindeki her şeyi birbirleriyle paylaşıyorlar. Yani o kadar ki, halk olarak nasıl kazıklandığımızı, paralarımızın nasıl hortumladığını bile artık bir sinema filmi gibi izliyor ve hiçbir şey yapamamanın öfkesini yaşıyoruz.
İşte, 29 yaşındaki Elif Şafak üçüncü kitabında bu konuya temas ediyor. Zaten bildiğiniz gibi kitabın ismi de Mahrem ... Şafak, Strasbourg ta doğmuş. ODTÜ de Siyaset Bilimi okuyup, kadın araştırmaları konusunda master yapmış. Şimdi de, Bilgi Üniversitesi nde asistanlık yapıyor ve doktorasını tamamlıyor.
Kendisi enteresan bir kişilik. Öyle üç tane adından söz edilir kitap yazmış, zengin bir akademik eğitimden geçmiş, yazar havalarında değil. Biraz içine kapanık, gizli bunalım yolculukları yapan, sakin ama bir ceylan tedirginliğinde hoş bir hanım. Lakin, konuştukça yüreğindeki fırtınanın seslerini duyabiliyorsunuz. Çaktırmıyor fena halde agresif bir yapıda. Hani durup durup da, hiç beklenmedik bir anda, patladığı zaman çevresinde atom bombası etkisi yaratan kadınlardan.
- Hanımefendi, hâlâ mahremiyet kavramının varlığından söz edebilir miyiz?
- Eskiden belli konular konuşulmazdı, çocukluğumda kadınların regl olması konuşulmazdı. Orkid lafı kullanılmazdı. Şimdi bunlar reklamlarda görülüyor. Ama benim, mahremiyetin kaybından kastım bu değil. Kadınların regl olduğu konuşulsun, ağda yaptıkları da konuşulsun, çoçuklar bunları bilsin. Bunu bir kayıp olarak görmüyorum. Mahremiyet daha farklı bir şey. Biraz başkalarının gözlerinden saklamak istediğimiz kendi mahrem yanımız.
- Mahremiyeti tanımlayabilir misiniz?
- Ben iki yönlü tanımlıyorum mahremiyeti bir dil duygusu içinde topluma karşı oluşturduğumuz bir mahremiyet vardır. Kimi zaman karı kocadır bu, kimi zaman çocuğunuzdur, sizsinizdir. Bir de ben kişinin etrafında örülen bir mahremiyet daha olduğunu düşünüyorum. Bunun bizde pek gelişmediğini düşünüyorum. Bunu söylediğiniz zaman bu bireyciliktir, egoizmdir diyorlar. Bizde, ben mahremiyetinin gelişmesi gerekiyor. Özellikle kadınların buna çok ihtiyacı var.
- Niye?
- Çünkü kadın küçük yaştan itibaren ben mahremiyetine ihtiyaç duyar. Çünkü başkalarının aracılığıyla tanımlanıyor kadın. Birisinin karısıdır, birisinin kızıdır. Hep ötekiler aracılığıyla tanınan bir kimliği var. Bu yüzden ben mahremiyetine çok ihtiyacı var. Bir de görsel malzeme oluyor kadın, küçük yaşlardan itibaren buna şartlandırılarak yetiştiriliyoruz. Bana öğretilen şey; etrafımdaki insanlardan ilgi görmek istiyorsam güzel olmak zorundayım. Ne kadar güzel olursam o kadar değer görürüm, itibar kazanırım. Bu anlayışla mahremiyet zedeleniyor. Çünkü oradaki görsellik çok dışa dönük. Başkalarının gözlerine hitap eden bir şey. Bu nedenle kadınları suçlamıyorum ama kendilerini bir gözden geçirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu konular bize çok şey kaybettiriyor.
- Güzel olacaksan, kendin için güzel ol diyorsunuz.
- Dışardan nasıl görünmem gerekir diye düşünmekten, kendi içimize bakamıyor, önümüzü göremiyoruz.
- Televizyon engelliyor galiba bu görüşü.
- İnsanlar, televizyonda görüp de tahammül ettikleri şeyleri, günlük hayatlarında gördükleri zaman cinayet çıkıyor. Mesela ortalarda beni çok rahatsız eden bir eşcinsellik karikatürü var. Sanki bu kırıtmak demekmiş gibi herkes çok eğleniyor. Bazı şeyleri televizyona mal etmişiz. Bazı şeylerin seyirlik olduğunu düşünüp keyif alıyoruz. Yeter ki bizim evimizin içinde olmasın. İkiyüzlü ahlak anlayışı. Mesela kadın, kocasından dayak yiyor ve bunu kimseye söyleyemiyor. Bize öğretilen birtakım şeyler var. Bunların saklı kalması gerektiğni söylerler. Bunlar tabu, bunları deşmek gerekiyor. Mümkün olduğunca görünür kılmak gerekiyor.
- Mahremiyet bir tarafa toplum olarak, şeffaf bir hal aldık değil mi?
- Bu o kadar güncel ki, bir yandan Türkiye de yaşanan bir takım gelişmeler var. Artık insanlar evlerine kamera koyuyorlar. 24 saatlerini insanlara sunuyorlar. Bütün dünyada böyle bir şey var. Bu hızlanacak. Cep telefonları yakında görüntülü olacak. Sürekli böyle görüntü toplumu olmaya doğru bir gidiş var ama birçok ülke bunu bizden daha sağlıklı yaşıyor. Çünkü geçmişle olan bağlarını koparmıyorlar...
- Bunun bakışla da ilgisi var. Toplum olarak işimize gelince bakıp gören, gelmeyince görmezden gelen insanlarız.
- Kaba hatlarıyla iki kesim var. Birisi Batılılaşmaya odaklanmış bir kesim, onlar için Osmanlıca kelimeler kullanmak bile kötü. Geçmişte sahiplenecek hiçbir şey yok, onlara göre. Bir de buna tepki olarak doğan başka bir kesim var. Onlar da geleneği çok yüceltenler. Ben ikisini de çok farklı görmüyorum. Osmanlı nın her şeyi kötüydü demekle, ne yaptıysa iyi yaptı demek arasında bir fark yok. Geçmişin kötüsü de vardır iyisi de. Bunların ortasını görebilen bir bakış lazım.
- Mahremiyet günümüzde kadın-erkek ilişkilerine nasıl yansıyor?
- Bir tarafımız dışa dönük, ama bir yanımız tam tersi. Bazı şeylerin gizli kalması güzel. Bazı şeyler mahrem kalmalı. Her şeyin görülmesi gerekmiyor. İnsanlar evleniyorlar. Evlendikten sonra bütün hayatlarına hâkim olmak isteyen bir tavırla davranıyorlar birbirlerine. Sahip olma, hâkim olma arayışı bana makul gelmiyor. Eşlerin, topluma karşı bir mahremiyeti olmalı. İlişki içinde ise tarafların ben mahremiyeti olmalı.
- Mahremiyet yalnızlık da, değil midir?
- Yalnızlık çok kötü bir şeymiş gibi algılanıyor ama yalnız kalmamak adına kurulan ilişkilere de saygı duymuyorum. Ben mahremiyetine hiç tahammülümüz yok. Önce geçmişini bilmek istiyoruz karşımızdakinin. Hem bilmemiz lazım diye düşünüyoruz hem öğrenince öfkeleniyoruz. Hayatla herkes aynı şekilde ilişki kurmuyor. İnsanların hayatla ilişkilerinde dalgalar var. Bazılarınınki ise pürüzsüz. Dalgalı insanlarda daha bir potansiyel olduğunu düşünüyorum.
- Neden böyle düşünüyorsunuz?
- Bu tür insanların kendilerine bakmak için daha fazla imkânı olduğunu düşünüyorum. Kendilerini keşfetmek anlamında çok daha şanslılar. İnsanın çok büyük sorunlarının olması aslında çok büyük atılımlar yapabilmesi için büyük bir potansiyel verebilir. Toplumsal anlamda da böyle olduğunu düşünüyorum. Türkiye nin ne tam Doğu da, ne tam Batı da olması, bu bence büyük bir potansiyel. Özellikle sanat açısından bu böyle. Roman, sinema, müzik. Yeter ki, dönüp kendimize bir bakabilelim. Sadece başkalarının bizi nasıl gördüğünü görmek telaşındayız.
- İnsanlar niye böyle davranıyor sizce, bu daha kolay bir yaşama biçimi mi?
- Bu bir özgüven eksikliği bence. Batı ya karşı olan tutumumuzda da bu var. Türklerin, Batılılara karşı hafif ezikliği. Ve bu ezikliği belli etmemeye çalışan tavrı, çok kötü bir şey. Hep böyle bir kompleksimiz var. Hep Batı nın bizi nasıl gördüğünü düşünüyoruz. Dönüp kendimize baksak, nereleri düzeltmemiz gerektiğini göreceğiz.
- Mahremiyeti korumak gerektiğine inanıyorsunuz anladığım kadarıyla.
- Mahremiyeti korumak zor ama yaparım ederim demek kolay. Ayrımlar, hiçbir zaman siyah beyaz değil. Mesela, kimisi yaptığı işten dolayı daha popüler olur, ben buna kötü gözle bakmıyorum.
- Popülizme niye kötü gözle bakılıyor?
- Bir kesim popülerliği çok aşağılıyor. Bu da yanlış. Akademik işlere de önem veriyorum ama. Popülarite kötü değil. Ama sürekli olarak da bana bakın demek pek sağlıklı değil. Bu kitap çıktıktan sonra gözlemledim ki, bir şey ürettiğin zaman onu karalıyarak, var olma çabası içinde olan insanlar çok. İnsanlar yaptıkları bir işten popüler olabilirler. Mesele neyle tanındığınızdır. Bir şey üreterek de ün kazanırsınız, cinayet işleyip de. Bunlar farklı şeyler. Birçok insan bir şeyleri beğenmemeye şartlanmış durumda en baştan. Beğenmeme mekanizması var. Bir şeyler yapan insanları hemen karalamak arzusu çok fazla...
- Şu sıralar her yerde resimleriniz, söyleşileriniz yayımlanıyor. Bu kadar ortada olmak, sizin için nasıl bir şey?
- Bir huzursuzluğum var ama açıkçası bunun geçici bir dönem olduğunu düşünüyorum. Yani kitap çıktı, arkasından yaşanacak geçici bir süreç olarak görüyorum, o yüzden rahatsız etmiyor beni. Benim böyle bir yapım var. Her gün bir önceki güne benzeyen insanlardan değilim. Küçüklüğümden beri böyle. İçime kapanırım, belli dönemlerde asosyal yaşarım. Roman yazarken özellikle böyleyim. Dışarıyla bağlantı kurmak istemiyorum.
- Saklanıyorsunuz yani.
- Evet, yazarken dışarıda hayat devam etmiş, insanlar yaşamışlar, bir şeyler değişmiş, bir şeyleri kaçırmışım diye düşünüp, panik halinde kaybettiğim bir şeyi telafi etmeye çalışırcasına dışa dönmeye başlıyorum. O yüzden rahatsız olmuyorum. Birkaç gün sonra yine içime kapanacağım.
Radikal Gazetesi, 3 Aralık 2000
|