Elif Şafak, HT CUMARTESİ´nin sorularını yanıtladı...
Yazarımız Elif Şafak kitaplarını imzalamak için İstanbul’daydı. Sonra yine, birkaç yıldır yaşadığı Londra’daki mahallesine döndü. Bu arada da sorularımızı yanıtladı: Londra ona ne verdi? Neden hep hüzünlü görünüyor? Alışverişe çıkar mı? Kuaföre gider mi? Ve tabii, onun özür literatürü ne âlemde?
Sanki bir daha Londra’dan dönmeyecek gibisiniz. Londra bir Türk yazara ne katar?
Senelerdir bir duygusal sarkacım var. İstanbul’u hem çok seviyor, özlüyorum. Hemde zaman zaman bu şehirden uzaklaşma gereği duyuyorum. Çocukluğumdan beri hep göçebe oldu hayat. Düzenli bir aile ortamında büyümedim. Hiçbir yere tamamen yerleşemiyorum. “Evlenince geçer” dediler, geçmedi.
2011’in büyük bir bölümünü Türkiye’de geçirmediniz, uzaktan burayı net mi flu mu görüyorsunuz?
Uzaktan Türkiye’yi daha net görüyorum. Daha sakin değerlendiriyorum. İçindeyken insan ya bir parça kayıtsızlaşıyor ya fazla tepkisel oluyor. Gündem her zaman yoğun, yorucu. Aslında hepimiz o kadar yorgunuz ki... Huzura, uyuma, kavgasız ve gerilimsiz mevsimlere çok ihtiyacımız var. Milletçe,memleketçe.
2012’ye dair umudunuz ne?
Kadına yönelik şiddetin giderilmesi için büyük ve samimi adımlar atabileceğimizi umut ediyorum. Bu bizim en acil meselelerimizden. Keza birbirine tahammül edemeyen değil, farklılıklarla bir arada uyum ve huzurla yaşayan bir ülke olabilmek. Sadece kendimiz gibi düşünenler için değil, herkes için daha fazla demokrasi istemek.
2012’de Türkiye’de / dünyada ne değişse “şimdi huzura kavuştum” dersiniz?
Valla, ben huzursuz, gayet arızalı bir ruhum. Kolay kolay böyle bir şey demem.
´HAYRÜNNİSA GÜL ÇOK İYİ BİR ROMAN OKURU´
Başbakan Erdoğan devlet adına Dersim’de yaşananlardan ötürü özür diledi, siz bir özür listesi yapsanız ilk kimden özür dilersiniz?
a)Elif Şafak’ın şahsi özür listesi ne olurdu?
Ben çocukken Ankara’daki mahallede sürekli kocasından dayak yiyen bir komşu kadın vardı. Tüm mahalle bilirdik durumu, akşamları duyardık sesleri. Ama hiçbir şey olmamış gibi rol yapılırdı, “ailenin iç meselesi” diye kimse karışmazdı. O kadından özür dilemek isterdim. Tüm mahalle adına. O gösterdiğimiz orta sınıf duyarsızlığı adına.
b) Siyaseten, kitlesel olarak kimlerden özür dilenmeli?
Özür dileyebilmek bir erdemdir bence. Her ulus devletin tarihinde üzücü hadiseler var. Bunları görmezden gelerek olgunlaşamayız. Ancak konuştukça, yüzleşebildikçe daha güzel ve olgun bir evreye geçebiliriz. Bunun dünyada o kadar çok örneği var ki. Biz 3 tane askeri darbe geçirdik. 12 Eylül ile henüz tam olarak yüzleşebilmiş değiliz. O dönemde yaşanan insan hakları ihlallerini konuşmak önemli bir adım.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Britanya ziyaretinde, Kraliyet davetindeydiniz. Hayrünnisa Hanım’la sohbet edebildiniz mi? Kitaplarınızı okuyor mu? Edebiyat ya da çoluk çocuk hakkında da sohbetleriniz oluyor mu?
Hayrünnisa Gül ile bu ziyaretten daha evvel edebiyat konuşmuştuk. Kendisi çok iyi bir roman okuru. Bu yönü pek bilinmiyor. Edebiyat ve sanatta yaşanan gelişmeleri yakından takip ediyor. Ayrıca Türkiye’de okuma yazma oranının artması, daha fazla kitap okurunun yetişmesi için çalışmalar yaptı, yapıyor.
Türkiye’deki erkeklerin içlerindeki kadınlık oranı nedir? Bizim memleketteki erkek probleminin sebebi bu oranın düşük olma olabilir mi?
Türkiye ataerkil bir toplum. Böyle bir yapıda kadın olmak kolay değil, ama bence erkek olmak da kolay değil. Verili “erkeklik” tanımına uymayan erkeklerin işi zor. Onlar da sürekli ötekileştiriliyor. Erkekliğin inşasını anlamamız, sorgulamamız lazım. Bizdeki “erkek problemi” değil bence. Kadınların da maalesef üretiminde rol oynadıkları daha geniş, daha karmaşık bir problem bu. Oğullarımızı “Evde Sultan” gibi yetiştirmekten vazgeçtiğimiz gün, onlara kızlarımızla eşit, hakikaten eşit nazarla baktığımız gün çok şey yumuşayacak.
´KADINLIK NOTUM KARNEMDE HEP KIRIK´
Yazılarınızda, fotoğraflarınızda çok hüzünlü bir portre çiziyorsunuz. Bu neyin hüznü?
Hüzün bir elbise değil, isteyince çıkarıp attığımız. Bu insanın kendine takındığı bir durum da değil. Hüzün daha derinde bir varoluştur, bir mizaç meselesidir. Düşünen, hisseden, dünyanın hallerine kafa yoran insanların hüzün duymaması mümkün değil ki.
Bir kadının entim, kendi başına yaptığı şeylerin ne kadarını yapıyorsunuz? Maniküre vakit ayırır mısınız mesela; kuaför ajandanız ne yoğunlukta?
Benim kadınlık kültürüm zayıf. Karnemde notum hep kırık. Sonradan, başkalarından kopya çekerek öğrendim birçok şeyi. Ama hâlâ beceremem. Sofra donatmayı, tabak çanak almayı, hangi tür peçeteyi hangi tür peçeteliğe takmam gerektiğini, saçlarımı yaptırmayı bilmem. Manikür yaptırmam. Yaptırsam bile roman yazarken tırnaklarımı kemirip yolduğum için zaten bir manası olmaz. Kuaföre 40 yılda bir giderim, gidince bunalırım. Hemen kaçmak isterim. Kuaförde roman okurum. Daralınca saçım hâlâ ıslak bile olsa bir bahane bulup çıktığım çok olmuştur.
Alışverişe çıkar mısınız? Yaptığınızda neye göre, yani kaliteye göre mi fiyata göre mi olur? Bir ayakkabıya maksimum ne kadar verebilirsiniz? Ya da bir elbiseye?
Alışveriş yaparım ama ya çocuklara bir şeyler ya dostlarıma hediye alırım ya da kendime kitap veya kırtasiye. Her türlü kalem, kâğıt, deftere düşkünlüğüm var. Bütün kıyafetlerim siyah. Evde yazdığım defterlerin sayfaları siyah. Kıyafetle, çantayla uğraşmam, işim olmaz. Ama mesela yeni bir dolmakalem çıkmış, peşine düşerim. Bir de yüzük severim. O kadar.
Kurgu romanlar yazıyorsunuz. Hayatınızı da baştan kurgulama şansı verilseydi, yine bu hayatı mı isterdiniz?
Ben hayatı böyle algılamıyorum. Geçmişe bakıp “keşke”lerle yaşamıyorum. Benim yapıma ters. Dünde değil, şu anda kalmayı tercih ederim. “Dem bu demdir dem bu dem” diyen o kadim felsefeye kulak vererek...
Âşık mısınız?
Âşığım.
´EDEBİYATIN BİRİNCİLİĞİ İKİNCİLİĞİ YOK´
Bir yazar olarak elinizde bir balyoz olsa, Türkiye’deki hangi putları kırmak istersiniz?
Nefret söylemini azaltabilmek isterdim. Gündelik hayatta, medyada ve sosyal medyada kendine benzemeyen insanlara karşı nefret ve husumet dolu bir söylem kullananlar ne yazık ki bilerek ya da bilmeyerek dünyaya o kadar çok zarar veriyor ki.
Kitaplarınız hep bestseller oluyor. Diyelim ki olmadı, bir gün 2’nciliğe düştünüz, buna tahammülünüz var mı?
Benim romanlarım pat diye bestseller olmadı ki... Pinhan’ı yazdığımda 24 yaşındaydım. 16 senedir kitaplarım düzenli olarak yayınlanıyor. Her eserle beraber biraz daha genişleyen bir okur çemberim oldu. Yani bugünkü tablonun ardında bir süreç var, emek var, birikim var. Liglere gelince, edebiyat bir aşk işi, tutku işi. Tuhaf bir sevda bu. Bunun birinciliği, ikinciliği yok ki.
Sağlam bir yazar, kendisinden daha iyi yazan yazarlardan mı daha kötü yazanlardan mı hazzetmez?
Sağlam bir yazar oturup başka yazarlarla uğraşmaz, kendini geliştirir.
03 Aralık 2011
HT CUMARTESİ / ELİF KEY
habertürk
|