Aşırı sessizlikte paniklerim
Her gün düzenli yazmıyorum. Bazı günler, bazı dönemler daha yoğun çalışıyor; bazen de yazıyı ikinci plana itiyorum. Benim içn yazmak, hayattan ayrı değil, hayatla birlikte, hayatın kendi iniş çıkışları, yalpalamalarıyla birlikte gelişiyor. Yazarlığın dışında bir sürü başka kimliğimiz var. Aynı zamanda birilerinin annesi, oğlu, eşi, sevgilisi, öğretmeni, kiracısı, arkadaşı, asistanı... vs oluyorsunuz. Ve bütün bu kimlikler üstüste eklemleniyor. Yazarlık tam da bu karmaşanın ve hayatın kendi patırtılı gidişatı içinde şekilleniyor. Evimde, bilgisayarda çalışırım. Yazarken kendime ‘‘ortam’’ yaratmaya çalışmam. Tek sorun sessizlik. Aşırı sessizlikte hayat durmuş gibi gelir, paniğe kapılır, çalışamam. Muhakkak ses olmalı, tabiri caizse yaşam sesleri gelmeli. İdeal bir okur olabilmesi için, ideal bir okuma biçimi olmalı kafanızda. Bense ideal bir okuma biçimi olduğunu sanmıyorum. Her metin farklı okumalara açıktır ve başka başka insanlar aynı kitabın bambaşka noktalarına takılabilirler. Bir yazarın çeşitli okur tiplerine açık olması gerektiğine inanıyorum. Evli değilim, evlilik kurumu hakkında olumlu fikirler beslemiyorum. Yapıtlarımda cinselliğe yeterince yer veremediğimi düşünüyorum. Türkiye de cinselliğin edebiyata ve sinemaya, ya bastırılmış bir ahlakla ya da bu ahlaktan kurtulmanın taşkınlığıyla yansıtıldığını gözlemliyorum. İstanbul da yaşamayı seviyorum. Bu şehre derin bir sevgi besliyorum. Cep telefonum yok.
Politikayla ilişkisi:
Tabii ki ilgileniyorum. Hayatın irili ufaklı pek çok meselesinin politikayla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Türkiye gibi bir ülkede yaşayıp da politikaya duyarsız olmanın tek bir anlamı olabilir: vurdumduymazlık. Kendimi siyasi yelpazenin solunda tanımlıyorum.
Hürriyet Gazetesi, 20 Mayıs 2001
|