. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
“Pislik tam da içimizde”

 

- Bu defa yalan, hakikat ve saçmalık üzerine bir roman. Öykü fikrin üzerine mi inşa edildi, birlikte mi gelişti?
 
- Kafamda ana karakteri apartman olan bir hikâye vardı ama gerisi tamamen yazdıkça şekillendi. Kitapta dışarıya atfedilen tekinsizlikle içeriye atfedilen temiz hayat yanılsamasıyla oynamak istedim.
 
- Neden art nouveau?
 
- Art nouveau da her katta farklı bir dış cephe süslemesi görüyoruz. Kiminde balkon içe gömük, kiminde dışarı çıkık. İlle de onu kullanmamın sebebi bu. Çünkü hem aynı mekâna ait bu insanlar hem aynı hayatı yaşamıyorlar. Bu beni tetikleyen fikirlerden biriydi ama tek bir fikir üzerine inşa edilmedi kitap.
 
- Kitapta bir devrimci var, devrimciliği geri planda kalmış. Ve Bonbon Palas ta olay örgüsüne ilmek atan 25 e yakın öteki . Nasıl buluştular?
 
- Benim için kitabın omurgası apartmanın kendisi. Çok şaşaalı, görkemli bir yapının zaman içinde aşına aşına bambaşka bir hal aldığını görüyoruz. Yapının ve içinde yaşayan insanların hikâyeleri birbirini etkileyerek hem apartmanı dönüştürüyor hem kendilerini.
 
- Böcekler ve çöpler de karakter bu kitapta.
 
- Onlar hayatın içinde olan şeyler. İçinde yaşadığımız apartmanların altında mezarlıklar var, duvarlarında böcekler, kenarında kıyısında çöpler... Bütün bunlarla birlikte algılamak lazım yaşamı. Bu noktada iç dış ayrımının kendisi çok sahte geliyor bana. Bu ayrımı okurla ve kendimle yüzleştirmek istedim.
 
- Bu iç ve dış kavramlarında evlerin içi ve dışından daha fazlası görülüyor...
 
- Bizim kültürümüzde yabancıyı, kendine benzemeyeni dışlayan, sadece türdeşleriyle yaşamaya çalışan bir yaklaşım var. O anlamda aslında hepimiz bit kadar hapishaneler arıyoruz. Soyut ve içeriyi dışarıdan korumaya çalışan hapishaneler bunlar. Aile ortamının, kendi arkadaş çevremizle, türdeşlerimizle birlikte yaşadığımız hayatların hep daha temiz, daha nezih daha steril olduğunu steril olanı da daha iyi bir şey sanıyoruz. Bütün derdim sterilin o kadar iyi olmadığını göstermek. İçle dış arasındaki duvarı yıkmak ve şehirle, hayatla yüzleşmek. O anlamda hayat çöplerden arındırılabilecek bir şey değil.
 
- Korunma içgüdüsü var... Kendini güvende hissetme... Duvarlar yıkıldığında bunların kaybı sözkonusu. Sonra ne olacak?
 
- Sorun orada zaten. Güvenilmezin hep dışarıda olduğunu zannediyoruz, tekinsizin yabancı olduğunu... Pislik varsa mutlaka onu dışarıdan bekliyoruz. Romanın bütünü bunu ters yüz etmek üzerine kurulu. Pislik de, güvensizlik de, tekinsizlik de burada tam da bizim içimizde. Ama burada için tanımlarıyla oynayabilirsiniz. Klasik liberal öğretide de vardır ya, evin içi her türlü politik oyundan, güç mücadelelerinden, iktidar ilişkilerinden bağımsızdır. Son dönemde ortaya çıkan birçok muhalif akım bunun böyle olmadığını gösterdi. Bir şey olmayacak yani, belki daha iyi olacak!
 
- Siz böyle mi yaşıyorsunuz?
 
- Ben böyle algılıyorum zaten. Bana benzemeyene, türdeşim olmayana çok büyük bir merakım var. Diğer romanlarımda olduğu gibi Bit Palas ta da yaşadığımız kapalı kutuların dışında kalan kimliklerin, merkezde değil de kenarda olanların nasıl yaşadığını sorguluyorum. Dışarının tekinsizliğini içerinin darlığına tercih ediyorum. Bize benzemeyen insanlardan öğrenecek şeylerimiz var, aynalarımızdan öğreneceklerimiz ise fazla değil.
 
- Her şey 1 Mayıs 2002 de başlıyor. Bu ayarlamayı neye göre yaptınız?
 
- Bit Palas ın içinde yaşadığımız saatle bire bir örtüşen bir roman olduğunu düşünüyorum. Yazarken böyle yazıldı zaten. Ayrıca bir sürü iş arasında yazıldı. Doğrudan benim hayatımla organik bağları var.
 
- Sizinle olan organik bağı ne?
 
- Oradaki tiplemelerin bir çoğunda kendi yansımalarımı buluyorum. Mevlevinin diyalog ve monologlarından Ethel tiplemesine kadar hepsinde benden çok yoğun izler var.
 
- Ethel kitapta Yahudilerin beyin tembelliğinden sözediyor. Diyaloglar karakterleri bağlar ama belli ruhdaşlıklarınız olduğuna göre neden Yahudilerin beyin tembelliği?
 
- Bende yazdıkça şekillenip ismini buluyor, cismine kavuşuyor karakterler. Belli bir noktada da kendi başlarına konuşmaya başlıyorlar.. O kadar ki zaman zaman sadece kendi karakterlerimin katipliğini yapıyorum. Onların söylediklerinden genellemelere gitmeyi doğru bulmuyorum. Ethel kendi cemaatiyle barışık bir Yahudi değil. Azınlık ve azınlıklara dahil olup onunla barışık olmayan insanların işi çok daha zor. Öteki de ötekileştirildiği boyutlar var, onlara da derin sempati duyuyorum. Okuru böylelik biraz da buralara getirmeye çalışıyorum.
 
- Bonbon Palas apartmanı Bolşevik Devrimi nden sonra Rusya dan kaçan bir Beyaz Rus un karısından dilediği bir özür ve aynı zamanda İstanbul dan alınmış bir intikam. Bonbon Palas a neden böyle bir hikâye biçtiniz?
 
- Ben daha çok sezgisel yazıyorum. O yüzden bazı soruları yanıtlamakta zorlanıyorum. Ötekileştirdiğimiz bütün kimlikler gibi Beyaz Ruslar da beni her zaman çok etkiledi. Benjamin, kültürden bir enkaz çalışmasını anlıyor. Bu Türkiye için çok geçerli bir şey. Tam anlamıyla bir enkaz üzerinde çalışıyoruz ve hâlâ aşağıdan sesler geliyor. Benim geçmişle kurduğum ilişki bir enkaz çalışması. O enkazın içinde duyduğum seslerden biriydi Beyaz Rusların sesi.
 
- "Hayatta muzaffer olmak yaşanmadan hurdaya çıkmış bir geçmişi atıldığı köşeden kurtarıp onararak eski taravetine kavuşturmak demektir," diyorsunuz. O zaman yaptığınız biraz da bu mu?
 
- Yaptığım pek çok şeyden biri... Duyabildiğim seslere kulak veriyorum.
 
- O sesleri yazmak da hayatta muzaffer olma duygusunu beraberinde getiriyor mu?
 
- Bende iki şey çok güçlü. Bir tarafta çok güçlü bir yazma tutkusu var. Ama en az onun kadar da güçlü bir hiçlik dürtüsü... Benim kişiliğim bir sarkaç gibi sürekli bu ikisi arasında gidip geliyor. Sürekli kendi altını oyan bir var oluş yaşıyorum.. Hiçbir zaman mutlak bir zafer değil benimki. Öbür damara da çok inanıyorum. Bunun geçici olduğu bilinci zafer duygusundan daha önemli.
 
- Osmanlıca kimi deyim ve sözcükleri amaçsız kullandığınız şeklinde eleştiriler vardı kitaplarınıza. Bu kitapta da bolca Osmanlıca kelime var...
 
- Osmanlıca kelime kullanımı konusunda Türkiye de çok fazla önyargı ve kutuplaşma olduğunu düşünüyorum. Benim için önemli olan dilin akışkanlığı. Eğer bir kelime yaşamaya devam ediyorsa bu Osmanlıca diyerek önünü kesmeye çalışmak bana doğru gelmiyor. Ölmediğini hissettiğim kelimeyi can çekişiyor da olsa kullanıyorum. Ama ölmüş kelimeyi de hortlatmaya çalışmıyorum.
 
- Neye göre karar veriyorsunuz ölüp ölmediğine?
 
- Akışkanlık benim için önemli olan. O kelimenin diğer kelimelerle arasındaki bağ. Ben gündelik yaşamda da farklı kelimeleri öğrenmeye, kapmaya, duymaya zihni açık bir insanım. Bir kelimeyi seviyorsam, hissedebiliyorsam, ruhdaşlık kurabiliyorsam, bende karşılığı, yansıması varsa, hayatımın ve yazımın içine akmasına izin veriyorum. Ayrıca her hikâye kendi dilini beraberinde getiriyor.
 
- Romanlarınızda psikolojik boyut yer yer öne çıkıyor. Çok da doyurucu...
 
- Okumalarımın bir parçası da "psikoloji" alanında oluyor. Ama sadece okumakla gelişen bir şey değil bu. Tanpınar ın da vurguladığı gibi tiplemeler Türk romanına belli bir misyonla yazar tarafından atanırlar. Ben tiplemelerimi atamıyorum, onlar yazarken yazının kendi içinde şekilleniyorlar ve o anlamda yaşayamayan tiplemeler kitaba giremiyorlar. Ayrıca kendimi de çok fazla didikliyorum.


 

Söyleşi: Filiz Aygündüz, Milliyet Kültür Sanat, 21 Mart 2002

 

İzlenme : 3752
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us