Türk romancılığı, başından itibaren, ROMANCILIK ile BABALIK’ı birbirine karıştırmıştır. İlk romancılarımız, babalık misyonuyla yazdılar eserlerini. Biz de bu kültürel mirastan hiçbir zaman sıyrılamadık. Romancılar, hem okurlarının hem de roman karakterlerinin babalığını yapmaya soyundukları için, yazdıkları metin üzerinde mutlak hakimiyet kurmaya çalıştılar. Her şeyi önceden ince ince hesaplayıp, kurgulayarak yazdılar. Romanın kendilerini de alıp götürmesine, sürüklemesine, şaşırtmasına izin vermediler. Bunlar, baba halli romancıların, katı halli romanlarıdır. Akmazlar, sadece dururlar. Okuru içlerine almazlar. Türk edebiyatının gelişim çizgisi izlendiğinde, romanların çoğunun benzer mühendislik hesapları ve babalık arzularıyla yazıldığı gözlemlenebilir. Ancak, böylesi bir iktidar tutkusu sadece erkek yazarlara özgü değildir. Kadın yazarlar arasından da esriklikten ziyade mühendisliği, Dionysus’tan ziyade Apollon’u, sıvıdan ziyade katılığı kutsayanlara sık sık rastlanmıştır. Kendi içindeki kadınsılığa köle muamelesi ederek, erkeklerden daha erkeksi görünmek suretiyle, kısa yoldan iktidar kazanmaya çalışan kadınlar olduğu müddetçe, baba halli - mühendisvari kadın romancılar çıkmaya devam edecektir. Romancı çok cinsiyetli, çok kimlikli olmalıdır. Aynı anda hem kadın hem erkek, hem baba hem oğul, hem muktedir tanrı hem de aciz bir kul, hem entelektüel hem de zır cahil olabilen; kendini okurdan üstün, herkesten akıllı sanmayan ve oturduğu yerden her şeyi yönetmeye kalkmayan romancı, iyi romancıdır. İster kadın olsun, ister erkek.
Milliyet Sanat, Temmuz 2002
|