Bir yıllığına Amerika’da bir kadın araştırmaları merkezine gidecek olan yazar Elif Şafak: "Feminizmle gerilimli bir ilişkim var. Ama anti-feminist söyleme de tahammül edemiyorum."
Kem Gözlere Anadolu", "Pinhan", "Şehrin Aynaları", "Mahrem" ve "Bit Palas"ın yazarı Elif Şafak ağustos ayında bir kadın çalışmaları grubuna katılmak üzere bir yıllığına Amerika’ya gidiyor. "Bulunduğum yere, kendime dışarıdan bakmaya ihtiyacım var" diyen Şafak, Türkiye’de yazarların cinsiyetlerinin ve cinselliklerinin kitabın önüne geçmesinden rahatsız. Kitapları yerine güzelliğinin tartışılmasından hoşlanmıyor. Fakat ne çare ki, güzel... Fotoğrafları çekilirken benim yanıma gelen garson kızlar manken olup olmadığını soruyorlar Şafak’ın. Sonra da adını... "Elif Şafak, yazar" diyorum. "Ha..." diyor garson, "Elif Şafak Yazar." Nasıl bir yer bu kadın çalışmaları merkezi? Kimleri davet ediyor, ne tür çalışmalar yapıyorlar? Massachusetts’te disiplinlerarası, farklı üniversitelerden kadınların bir araya geldikleri bir merkez. Beni de bir senelik bursla davet ettiler. Her türlü ayrımcılığa karşı çok hassas oldukları için farklı ırklardan, sınıflardan, kültürlerden ve dinlerden kadınları bir araya getiriyor ve çokkültürlülük temelinde ortak projeler geliştirmeyi hedefliyorlar. Şimdi de dünyanın farklı yerlerinden sekiz kadın seçerek bir grup oluşturdular. Feminist bir merkez orası, değil mi? Feministler. Aktivist feministlerden oluşan bir merkez. Teorisiyle olduğu kadar pratiğiyle de yakından ilgilenen bir merkez. Özellikle heteroseksüel cinsellik konularını da sorgulayan bir ekip var orada. Bunlar bana çok yakın gelen düşünceler. Yüzde yüz, çok canı gönülden uyum sağlayamamakla birlikte savunurum feminizmi. Anneniz diplomat olduğu için çocukluğunuz farklı ülkelerde geçmiş. Tam da yerleşmişken yeniden Türkiye dışına gitmek ürkütmüyor mu sizi? Benim göçebe, bir türlü yerleşemeyen bir yanım vardır. Ama biraz kaygılanıyorum. Türkçeden uzaklaşmak istemiyorum. Bir yandan da çocukluğumdan beri bu yabancılık duygusuna aşinayım. En önemlisi de bulunduğum yere, kendime dışarıdan bakmaya ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Biraz uzaklaşmak istiyorum. Burada sizi rahatsız eden ne? Türkiye’de bir şeyler yapan, üreten ve bireysel farklılığı olan insanlara bir önyargı var. Kitap değil, yazar tartışılıyor Size dair nasıl bir önyargı var? Türkiye’de insanların görmeye pek alışık olmadıkları bir edebiyatçı tipi var bende. Bunun da birçok insanın kafasını karıştırdığını, birçok insanı rahatsız ettiğini gözlemledim. Türkiye’de kitap tartışmaları yazarın tipi, cinsel tercihi, etnik kökeni üzerinden yapılıyor. Bu çok yorucu. Sizin de güzelliğiniz ön plana çıkarıldı hep. "Güzel" denmesi bu kadar kötü mü? Ama o kadar aleyhinizde işleyen bir süreç ki bu. Türkiye çok erkek egemen bir toplum. Bunun kodları var. Kadınsanız ama yaşlıysanız ya da erkeksi davranıyorsanız bu önyargıyla karşılaşmıyorsunuz. İçinizdeki kadınsılığı ne kadar öldürürseniz, o kadar itibar görüyorsunuz. Tom Cruise ve Brad Pitt için de "Çok yetenekliler ama aynı zamanda yakışıklı oldukları için yetenekleri kimsenin umrunda değil" denmişti. Bundan mı çekiniyorsunuz? Evet, kısmen. Ama tabii erkek oyuncuların yakışıklılığından farklı bir sistem işliyor burada. Bir gençlik, iki kadın olmak, üç görünüşünüzün daha erkeksi olmaması, alışkın oldukları görüntü olmaması. Bir önyargı oluşturuyor. İnsanlar kitabı değil bunu konuşmaya başlıyor. Bu yüzden mi fotoğraflarınızda hiç gülmüyorsunuz? Ciddi görünmek için mi? Hayır. Fotoğraf çektirmeyi sevmediğim için. Korkunç sıkılıyorum o yüzden. Çocukluğumdan beri böyledir. Basına karşı bir tavır da değil, ben tatilde fotoğraf çektirirken bile rahat olamam. Çok seviyorum fotoğrafı ama kendim çekersem. "Çocukken yer, kusardım" "Mahremödeki karakter kilosu nedeniyle kompleksliydi. Siz çocukken kilolu muydunuz? Hayır, kilolu değildim. Ama çocukken, buluğ çağımda ciddi yeme bozuklukları oldu bende. Anoreksiye kadar giden, yiyip kusmalar falan... O ruh halini biliyorum. Anlattığım birçok şeye aşinayım. Bir çocuğun yemekle arasının bu derece bozuk olması şaşırtıcı. Ailenin insana verdiği bir yemek kültürü var. Akşam sofra kurulur, birlikte yenir. Öyle olmayınca, bir ritüelin parçası olmanız gerekmeyince yemekle ilişkiniz daha duygusal hale gelebiliyor. Şimdi yemekle aranız nasıl? Şimdi daha düzelmiş durumdayım. Ama izleri var hâlâ. Yemek yapıyor musunuz? Yok. Çok sabırsız bir insanım. Hayatta sabredemiyorum.
"Babamla görüşmüyorum, anneme aşığım, kardeşlerimle tesadüfen tanıştım" Evinde TV bile olmayanlardan mısınız? Yoksa Televole falan izler misiniz? Ben keyif alıyorum TV izlemekten. Ama düzenli olarak takip ettiğim bir şey yok. Televole pek izleyemiyorum ama dizilere bakıyorum, orada birçok ipucu olduğunu düşünüyorum. Popüler kültür takip etmekten keyif aldığım bir şey. Bir yığın uyduruk film seyrediyorum. Özcan Deniz’in dizisini izlemeye çalışıyordum. Oradaki erkek tipi biraz maço... Çok düzenli bir şekilde takip etmedim hikayeyi ama orada maçoluğu kıran birçok şey olduğunu düşünüyorum. Sadece dizide değil, son zamanlarda Özcan Deniz’in yaptıkları; saçını boyaması, çektirdiği fotoğraflar, burun ameliyatı da... Bildiğim kadarıyla birtakım suçlamalara maruz kaldı. Bence Özcan Deniz, izleyicileri açısından değerlendirdiğinizde çok ciddi bir risk aldı. Ben bu tür şeylere çok saygı duyuyorum. Konumunu tehlikeye atacak şeyleri de denemeye açık insanlara çok saygı duyuyorum. Nasıl yazıyorsunuz? Yazmak benim için hiçbir zaman sabah oturayım masanın başına, şu saatten şu saate kadar yazayım gibi düzenli bir iş olmadı. Bu bana boğucu geliyor. Rutinleşmiş, düzenine sadık bir hayatım yok. Yazarken sürekli müzik dinlerim. Sessizlikte, hele ölümcül kütüphane sessizliğinde tek kelime yazamam. Ben her zaman mahalleyi, gürültüyü, kozmopolitliği, sokağın seslerini, seyyar satıcıları tercih ediyorum. Ben burada Kazancı Yokuşu’nda oturdum epey bir dönem... Gerçekten mi? Mahrem’i okurken ben de orada oturuyordum ve bana hep sanki o kitap orada yazılmış gibi geliyordu. O yokuşta... Kazancı’yı mı düşündünüz? Evet, Kazancı’dan çok etkilenerek yazılmıştır. Oraya taşındığım günün gecesi bir kadın, bir fahişe iniyordu yokuştan. İçkili, çok kızgın, küfrediyor. Biz üç aşağı beş yukarı hep aynı küfürleri ediyoruz. Ama onun küfürleri müthiş yaratıcıydı. Çok hoşuma gitmişti. Benim çağrışımlara çok açık bir yazma şeklim var. Önceden kafamda kurup sonra kağıda aktarmıyorum. Gündelik hayattan çok etkileniyorum. Geçenlerde Baba Zula’nın bir şarkısını dinledim, "Babamız bizi sevmedi" diye... Sonra yazarken hâlâ o şarkının etkisinde olduğumu fark ettim. Kendi babamın beni sevmeyişi... Çağrışımlara açık yazıyorum. Anne ve babanız ayrılmışlar. Sizin babanızla ilişkiniz nasıl? Görüşmüyoruz. En son İzmir’e gittiğimde benim söyleşilerime gelmek istedi. Ben istemedim gelmesini. Üvey kardeşlerinizle görüşüyor musunuz? Kardeşlerimden biriyle... Çok garip bir hikaye bu. Üniversitede kantinde tanıştık. Birbirimizi daha önce hiç görmemiştik. Kantinde, üvey annem tanıştırdı bizi. Ufaklıkla da, ufaklık dediğim de lise sonda... Birkaç ay önce bir söyleşime geldi, tanıştık. Annenizle ilişkiniz nasıl? Şafak, soyadınız değil; annenizin ismi değil mi? Evet. Anneme çok çok büyük bir aşkım var. Annem, benim annem olmasa da seveceğim biridir. Vasatın çok altında bir baba figürü ve vasatın çok üstünde bir anne figürü. Ben kişiliğimin de, edebiyatımın da bundan çok ekilendiğini düşünüyorum. Anneme çok büyük saygı duyuyorum. Onun boşanma sonrasında yaşadıklarına şahit oldum. Maddi ve manevi, her iki anlamda da çok yalnız bırakıldı. Annem gibi bir kadını gördükten sonra evlliğini kerhen yürüten insanlara çok da olumlu yaklaşmam mümkün değil. Siz evlenmeyi düşünüyor musunuz? Evliliğe çok sıcak bakmıyorum. Büyük laflar etmek istemem ama mümkün mertebe birlikte yaşama taraftarıyım. Çocuğunuz olsun ister misiniz? Günün birinde evlatlık edinmek isterim. Çocuklara karşı çok büyük bir sevgim yok. Bazen bazı çocuklara çok büyük sevgi duyuyorum. Ama kategorik olarak bütün çocukları sevmek değil bu. Her çocuğu sevmediğim gibi, kendi dünyaya getirdiğim çocuğu da seveceğimden emin değilim. Dünyaya birini getirmek çok büyük bir sorumluluk gibi geliyor.
Tuba Akyol, Milliyet, 23 Temmuz 2002
|