Amerika da bir Kadın Çalışmaları Merkezi ne burslu olarak davet edilen genç yazar Elif Şafak, dünyanın çeşitli köşelerinden gelmiş sekiz yaratıcı kadınla birlikte yepyeni projeler üretmeye hazırlanıyor. Şafak, Amerika ya vardığı ilk günlerde gazetem.net e nasıl bir projede görev aldığını ve dünya üzerindeki kadınlara bakış açısıyla romanlarının kahramanı kadınlar arasındaki bağı anlattı.
* Kadınlar üzerine bir projede çalışmak üzere burslu olarak ABD de bulunuyorsunuz. Projeyi anlatabilir misiniz?
- Boston yakınlarında, beş ayrı üniversite kurumuna bağlı olarak çalışan bir Kadın Çalışmaları Merkezi ne gidiyorum. Burası her türlü ayırımcılığa karşı son derece eleştirel bir tavır almanın gerekliliğine inanan kadınlarca kurulmuş, çok disiplinli bir merkez. Burada çok farklı toplumsal katmanlardan, dinsel, sınıfsal ve kültürel yapılardan gelen kadınlar ortak projeler üretebiliyor. Amaç ataerkil ideoloji ve söyleme karşı durmak isteyen, daha marjinal gibi görünen alanlarda çalışmalar yürüten, üretken ve yaratıcı kadınları biraraya getirmek; hem ortak projeler etrafında buluşturmak, hem de kendi bireysel çalışmalarını ilerletebilmeleri için destek vermek. Bu amaçla dünyanın çeşitli yerlerinden başvuranlar arasından seçilen sekiz kadından biriyim.
* Sekiz ayrı ülkeden sekiz kadın bir work-shop için mi bir araya geliyor yoksa ortak bir araştırma mı söz konusu?
- Çağırılan kadınlar zaten yaptıkları araştırmalardan ötürü davet alan kadınlar. Dolayısıyla öncelikle orada kendi çalışmalarını aktarmaları ve hızlandırmaları bekleniyor. Bu, çalışmanın birinci ayağı. İkinci kısım bireysel/kişisel çalışmanın yanısıra, çokkültürlü, çoközneli ortak projeler geliştirmek. Dolayısıyla her iki yanı da var bu merkezin.
* Feminist olmadığınızı söylüyorsunuz, ama kadın ya da marjinal kadınla ilgilisiniz. Elif Şafak genç bir kadın yazar olduğu için mi kadın çalışmalarına ilgi duyuyor?
- Feminist değilim. Ama anti-antifeminist im. Feministlerle pek rahat geçinemeyen ama anti-feministlerin çoğunlukta olduğu ortamlarda da feminizmi harcatmamak gerektiğine inanan biriyim. Feminizmin küçümsenip topyekûn imha edilmek istendiği her ortamda, inadına feminizmi sahiplenmek gerektiğine inanıyorum. Feminizm yekpare bir bütün, tek bir okuma biçimiymiş gibi algılanıyor genellikle. Oysa çok farklı feminizmler mevcut. Bunlardan bazılarının bazılarıyla pek anlaşması mümkün değil. Kendi adıma, ben feminizmin içindeki birkaç muhalif ve marjinal ve mütereddit damarı kendime hayli yakın buluyorum. Öte yandan benim ilgilendiğim sadece kadın çalışmaları değil, son zamanlarda kadın çalışmalarının içinden türeyen pek çok dal var. bunlar henüz bizde pek yansıması olmayan alanlar ama ben hem akademide hem edebiyatta buralardan çokça besleniyorum.
* ODTÜ de yaptığınız doktora da kadınla ilgili. Nedir buradaki teziniz, ne zaman bitiyor ve "doktor yazar" oluyorsunuz?
- ODTÜ de Siyaset Bilimi alanında doktora yapıyorum. Ancak benim akademide izlediğim yol, tek bir dalda uzmanlaşmaktan ziyade disiplinlerarası bir seyir izlemek oldu. Lisansım uluslararası ilişkiler, master ım ise Kadın Çalışmaları alanındaydı. Şu anda ders verdiğim bölüm Karşılaştırmalı Edebiyat ve bilhassa mikrotarihçilik, dinler tarihçiliği gibi alanlara yakınlık duyuyorum. Dolayısıyla bu çokdisiplinli okuma seyrini doktora tezime de taşıdım. Ancak bu bir yanıyla da bizde pek destek bulmayan bir tavır çünkü Türk üniversitelerinde uzmanlaşma eğilimi çok fazla, çok derin. İnsanlardan belli, mümkünse bir alanda derinlemesine uzmanlaşıp bunun dışında kalan alanlara kör ve sağır olmalarını teşvik eden bir sistem var. Henüz çok disiplinli okumalar, çalışmalar çok yaygın değil üniversitelerimizde. Tıpkı hayatımızda olduğu gibi. Doktora tezim "Türk Modernleşmesinin Övdüğü ve Sövdüğü Kadın Tiplemeleri" üzerine. Amacım, Türk modernleşmesinin kadın marjinalliğinin yeşermesine nereye kadar izin verdiğini, hangi noktada kadın marjinalliğini nasıl durdurduğunu araştırmak. Bu amaçla Osmanlı son dönemden itibaren hangi kadın tiplemelerinin merkezden ziyade kenarlarda tutulduğunu, marjinal addedildiğini ve başlarına neler geldiğini araştırıyorum. Bununla birlikte amacım sadece kadın prototiplerini çalışmak değil. Erkeksilik kalıplarından sapan ve bu yüzden toplum ve sistem tarafından cezalandırılan erkeklere de bakmanın gerekliliğine inanıyorum. Efemine addedildiği için küçümsenen erkek tiplemeleri. Bunları anlamadan ataerkil söylemi deşmek çok zor. Türk romanının ilk "öteki"si belki de züppe tiplemesidir. Bizim ilk romancılarımız züppeden nefret ederler. Züppe aynadaki kırık yansımadır, olunmaması gereken şey. Züppe tiplemesini yeterince analiz etmedik bugüne değin. Oysa o romancıların züppeye dair korkularında, bir sistemin açıklarına ve dayanaklarına dair çok fazla ipucu var. Züppe, erkek olmasına rağmen erkeksi değil. Hatta kadınsı özellikler taşıyor. Bu haliyle de bir düşman, yerilmesi, alay edilmesi gereken bir figür. Sadece romanlar değil bir dönemin tangoları, oyunları, karikatürleri, yemek alışkanlıkları, baloları, gündelik yaşam kodları… Tüm bunlara bakmak istiyorum. Ben böyle küçük küçük karınca adımlarıyla parçaları biraraya getirerek çalışmayı seviyorum.
* ABD de yapacağınız çalışma doktora tezinizin bir uzantısı mı yoksa tamamen farklı bir çalışma mı söz konusu?
- Oradaki çalışmalar doktora tezimin de bir parçasını oluşturacak. Gideceğim yerde tüm dünyada kadınlarca ya da kadınlar üzerine yazılmış kitapları, eserleri, çalışmaları takip eden bir kütüphane var. Bizde, Batı yı bilen yerel kökleri, kültürü bilmez, ilgilenmez pek. Buraları bilen, çalışan da, meseleye Batılı kaynakları bilerek, oradaki tartışmalardan haberdar bir şekilde bakamaz. Ben bu iki damarın birleştirilmesini çok önemsiyorum.
* Bir röportajınızda "Yaşadığın hayattaki düzeni, sevdiğin yanları Tanrı ya atfedersin, bunun için Tanrı ya şükredersin. Bunların yanında birçok acı da yaşıyorsun; o zaman bunu neye atfedeceksin? Bunu daha dünyevi bir şeye, yani hakkaniyet sahibi, erkek Tanrı figürü yerine, gayet dünyevi, dişi, ne yapacağı belli olmayan, dolayısıyla aydın olması da beklenebilecek bir kadın figür var kafamda. İlerleme fikri de buna dayanıyor, aydınlanma fikri de buna dayanıyor. Çok benzer bir din dünyası bizim kültürümüzde de var. Bizde de bir kader olgusu var. O da dişi, onun da ne yapacağı belli değil. Ayrıca bir felek var. Felek niye kahpe, çünkü o da dişi, onun da ne yapacağı belli değil" diyorsunuz. Buradan bir kadın tanımı, sizin kadın tanımınız çıkartılabilir mi?
- Hayır. Ben hem Batı hem Doğu dünyasında benzer şekilde üretilen çeşitli önyargılardan sözediyorum. Kadınlara ya da kadınsılığa atfedilen dünyevi, duygusal, maddiyatçı ya da tekinsiz bir boyut. Bunun hem Hristiyanlıkta, hem mesela bizim kültürümüzde benzer kodlar üretmiş olması bana ilginç geliyor. Çeşitli kültürler arasındaki benzerliklerin izlerini sürmeyi seviyorum. Benim kadın tanımımın ne olduğunu soruyorsanız eğer, böyle bir tanımım yok demeliyim. Zira ben tek bir kadın, tek bir kadınlık hali olmadığını üstüne basa basa tekrar etmek gerektiğine inanıyorum. Çok basit bir nokta gibi görünüyor ama ben bu basit noktayı oldukça sık gözardı ettiğimizi gözlemliyorum. Bana "kadınlar mı yoksa erkekler mi..?" diye başlayan bir soru cümlesi kurulduğunda otomatik olarak bölüp parçalamaya başlıyor beynim. Pardon hangi kadınlar, hangi dönem, hangi mekan, hangi erkekler diye ayırmaya başlıyorum zihnimde. Çünkü böylesine kaba genellemelerin sürekli bir şeyleri gözardı etme pahasına yapılabileceğini düşünüyorum. Böyle gözardı edilenler de genellikle kenardaki marjinal tiplemeler oluyor. Ben zaten bu tiplemeleri okumak, araştırmak, yazmak, öne çıkarmak isterken, bir de tutup benzer genellemelerle onları heba edemem.
* Bir röportajınızda şu var:"Moderniteyle birlikte gelen bir seyirlik dünya var. Bunun odak noktası kadın bedeni. Bir şekilde erkek gözüne göre şekillenmiş, bu gözün ürettiği estetik kalıplar var. Çok küçük yaştan beri bu kurallara uymamız bize öğretiliyor. Ve işin en zor yanı bu erkek gözünü biz de çok içselleştiriyoruz. Bu somut bir şekilde bana dayatılan bir şey olmaktan çıkıyor, soyut bir şekilde benim de kendi kendime dayattığım bir kalıp oluyor. Ve ben kadınların hem kendilerine aynada hem de birbirlerine bu göz aracılığıyla baktıklarını düşünüyorum. Bu gözle birbirlerini yargıladıklarını düşünüyorum. Sorun görmek olduğu için kadın bu kadar önemli." Sizce bu kadının kendine yabancılaşması mı?
- Bir anlamda evet ve bu çözümü zor, çetrefil bir baskı mekanizması bence. Mesele somut olsa, somut bir baskı aygıtına dayansa, saptaması da, hatta karşı çıkması da daha kolay olurdu. Ama bu kadar soyut ve böylesine içselleştirilmiş bir baskı ve tahakküm biçimini saptamak da, sarsmak da zor. Pek çok kadın, "tipik kadın gibi kadın" olmaktan memnun. Memnun olmadığı yerde de o memnuniyetsizliğin bedelini ödemeye hazır değil. Bunlar bence düşündürücü. Ataerkillik sadece erkeklerin kadınlara uyguladığı bir baskı biçimi olarak görülemez. Ortaya bir takım zalimler ve mazlumlar listesi çıkarmakla bu sistemin anlaşılabileceğine inanmıyorum. Ben mazlumun zalim olduğu noktaları görmek ve göstermek istiyorum. Mesele buralarda düğümleniyor bence.
* Tasavvuf, sufilik, mevleviliğe ilginiz biliniyor. Bu dünyadaki kadının yeri, rolü ne? Modernitenin kadını ya da kadın bedenini seyirlik kılmasıyla kıyaslarsanız fark ya da benzerlikler neler. Siz hangi dünyanın kadını olmak isterdiniz?
- Öncelikle, dinin de statik ya da yekpare bir blok olmadığını hatırda tutmak gerek. Aynı dinin içinde bile, hiç de aynı olmayan anlayışlar belirebiliyor ve yaşayabiliyor. Allahın cemal yüzünü öne çıkaranlarla, celal yüzünü öne çıkaranlar hiçbir dönemde aynı görmediler dünyayı. Ne de ölümü. Ne de zamanı. Ne de aşkı. Ne de bedeni. Ne de nefsi. Ne de kadını, erkeği, cinselliği. Döngüsel zaman anlayışına sahip olan bir insan, çizgisel bir zaman anlayışına sahip olarak ahirete yatırım yapan; yaradanı korkular, evreni günah-sevap, toplumu hiyerarşi temelleri üzerine algılayan birinden farklıdır. Türk solunun din konusundaki genel ilgisizliğini, bilgisizliğini çok üzücü buluyorum. Din dendiğinde tek bir başlık altında süpürebiliyoruz. Ne ironiktir ki genellikle en çok süpürenler ilerleyen yaşlarda en ateşli müminler olabiliyorlar. Bence tasavvuf da tek bir yol değildir. Onun içinde de damarlar var ve o damarlar içinde gene ince ince başka damarlar. Bunlardan bazıları son derece muhalif, radikal noktalara kadar gitmiş, gidebilmişlerdir. Azıcık ilgilenip bakan için bunun emareleri, alametleri hala her yerde.
* Pinhan arınırken kadınlaşıyor. Kadın arınmışın, saflığın simgesi mi?
- Hayır. Açıkçası ben feminizmin bazı hallerinin iddia ettiği gibi kadının doğuştan daha barışçıl ve uyumlu bir varlık olduğuna inanmıyorum. Kadına ve kadınsılığa, hele hele anneliğe atfedilen o steril yüceltmeden hoşlanmıyorum. Belki de pinhan ikibaşlılığını, çok sıfatlılığını, karmaşasını, kaosunu yitirip tekilleştiği anda ölüyor. Pinhan olmuyor artık. Başka bir can oluyor. Yaratıcılığın da arınmanın da hep kaostan çıkacağına inanırım ben; önceden düzenlenmiş, planlanmış, hiyerarşisi çizilmiş bir kosmostan değil. Kaostur yaratıcı olan. Kosmos sadece onun kaldırdığı tozlar indikten sonra geriye kalan posadır. O yüzden bana kalsa, kalabilseydi eğer, hep ikibaşlı olsun isterdim Pinhan.
* Yanıtlarınız için teşekkürler ve Amerika daki çalışmalarınızda başarılar.
- Ben teşekkür ederim.
Necdet Açan, gazetem.net, 9 Eylül 2002
|