Son bir yıldır ABD de yaşıyorsunuz. Mart ayında da İngilizce bir romanınız yayımlanacak. Bu yaşamınızda yeni bir başlangıç mı? Bit Palas yayımlandıktan sonra İstanbul dan ayrılmam gerektiğini hissettim. Romanımdaki karakterlerden birinin dediği gibi İstanbul a ya bir şeylerden kaçılarak varılır ya da gün gelir ondan kaçılır . Benim için de gitme vakti gelmişti. Ben ruhen göçebeyim, kurduğumu yıkmayı severim. İstanbul da kurulu bir düzenim, kimliğim vardı. Amerika ya gelmek yazmaya sıfırdan başlamaktı ama bunu yapmak istedim. Türkçe de bu kadar tutunmuşken neden İngilizce yazdınız? Aslında aklımda İngilizce bir roman yazmak yoktu. Ani bir kararla da başlamadım. Rüya gördüğümüz dilde yazarız. İngilizce rüya görmeye başladığımda, İngilizce yazmaya başladım. Romanda hayatları Boston da kesişen farklı din ve kültürden gelen insanların hikayesi var. Onların yollarını birleştiren ne? Ortak noktaları gurbette olmak ve yabancılık. Ama herkes farklı cevap veriyor yabancılığa. Çoğu yabancı olmamak için kendi gibilere tutunuyor hemen. Bu roman sürüden ayrılanların hikayesi. Siz de birçok kültürün içinde yaşadınız. Kendi yaşamınızdan izler de var mı romanda? Elbette. Fransa da doğdum, annemle babamın ayrılığından sonra Türkiye ye döndüm. 11 yaşında İspanya ya gittim. Ve yurtdışındaki Türkler in kimliklerine daha sıkı sarıldıklarını gördüm; milliyetçiler daha milliyetçi, dindarlar daha dindar, solcular daha solcu... Bense hep su gibi akışkan ve değişken olsun isterim kimlikler. Ama benim için asıl dönemeç Türkiye ye gelip de kendimi hala yabancı hissetmem oldu. Anladım ki ben hep göçlerle büyüdüm, İstanbul a da dışarıdan geldim ve bu yabancılık hissi hiç kapanmayacak. Romanlarınızda tasavvufa çok yer veriyorsunuz ve edebiyatınızın ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyorsunuz. Tasavvuf benim dünyayı algılama biçimim. Bu konularda araştırma yapmaktan, okumaktan hoşlanıyorum. Ama bir de işin gönül boyutu var ki onu anlatmak zor. Melamiler in, Bektaşiler in, Mevleviler in, cümle derviş taifesinin attığım her adımda, yazdığım her satırda izi var. Bu felsefeyle nasıl tanıştınız? Tasavvuf ile tanışmam, karanlıkta el yordamıyla yolunu bulmak gibi oldu. Kendi başımaydım, kimse aracı olmadı. Ne aileye ne bir şeyhe, hocaya ihtiyacımız yok yollar arasında yollar bulabilmek için. İnsanın en büyük hocası kitaplar. Okumak, daha çok okumak. Her kitap bir sonraki kitaba açılan kapı. Son zamanlarda birçok kişi, müzikte, edebiyatta tasavvufu bir tüketim aracına dönüştürdü. Sizce böyle bir trend mi oluştu? Tasavvuf bir derya, kimisi kıyısından geçer, kimi ayaklarını suya sokar sadece. Kimi denizin içinde görünür ama bakarsınız üstü başı kupkuru. Kimisi de dalar dibe, yol yordam bilmeden, ne kayığı var ne pusulası, boğula boğula arayış halinde. Kimin ne kadar derin olduğu, bu işe ne kadar emek harcadığı, samimiyetinin derecesi yazdıklarının kalitesinden anlaşılır. Okur ayırt eder. Şimdi ABD den bakınca Türk edebiyatı ve romancılığı hakkında neler söyleyebilirsiniz? Roman bize Batı dan geldi diye küçümseyenlere belirtmekte fayda var, Türkiye de çok güçlü bir roman geleneği var. Bununla beraber yazdıklarınızı değil sizi konuşuyorlar. Yazıya değil kişiye bakan. Bizde eksik olan roman geleneği değil, edebi eleştiri geleneği. Herkes romancıları konuşmak derdinde. Oysa aslolan kitaptır, katibi değil. Türkiye de de geçmişle bugün arasındaki kopukluktan ötürü insanların bir kimlik arayışı içinde olduğunu düşünüyor musunuz? Türkiye de insanların kimlik arayışından değil kimlik sabitlemesinden mustarip olduklarına inanıyorum. Herkes bir köşeyi bir kimliği parsellemiş demir atmış oraya. Aydınlar İslamcı kesimin, İslamcı kesim mutasavvıfların dilini bilmiyor. Bildiğini zannediyor ama bilmiyor, mutasavvıflar farklı azınlıkların dilini bilmiyor. Ödümüz patlıyor burnumuzu dışarı çıkarmaya. Tarihe karşı ilgisiz, birbirimiz hakkında bilgisiziz. Kimlik keşfi konusunda da Türkiye deki insanların kemikleşmiş laisizm ile tutucu bir Osmanlılık arasında sıkışma olduğunu söylüyorsunuz. Biz kendi geçmişimizi farklı öznelerin gözünden okumaya çalışmadık. Sıradan olanı küçümsedik. Mesela Osmanlı nasıldı? Bir Ermeni hamal, filanca paşanın hareminde bir cariye ya da Galata daki bir Rum fahişe nasıl yaşadı aynı yüzyılı... Böyle küçük sorularla yola çıkınca anlıyor insan gerçeklik denilen şeyin karışıklığını. Yapmaya çalıştığım şeylerden biri bu, gerçekliği parçalamak bir anlamda. ABD de 11 Eylül sonrası İslam kimliğine karşı bin önyargı söz konusu. Kitapta bu konuya da yer veriyor musunuz? İslam konusunda çok fazla önyargı vardı zaten, 11 Eylül sonrası daha da pekişti. Fakat İslam ı savunur görünenler de eleştirir görünenler de ne hikmetse benzer şekilde İslamiyet i tek bir okumaya, tek bir sese, tek bir renge indiriyorlar. İslam felsefesi ve tarihi içindeki farklı farklı damar damar yollardan haberdar çok az insan var. Sürgünde yaşamak ya da özlem duymak aidiyeti güçlendiren olgular mı? Hasret çok buruk, güçlü bir duygu. Buraya geldiğimden beri muazzam bir İstanbul hasreti var yakamı bırakmayan. Bir başka ülkeye, bir başka şehre, bir başka ben e yolculuk etmek, oraya varınca da usul usul, sinsi sinsi ve kendi kendine dahi itiraf etmeden özlemek İstanbul u. Sonra tam da alıştığını zannederken İstanbul suzluğa, şehrin dört yerinde yara yara kan kan çığlık çığlık bombalar patladığı haberi geldiğinde, paylaşamamak acını, ne oradakilerle ne buradakilerle. Sürgün ile memleket arasında bir ara bölge var, bir eşik, ben o eşikte yaşayanlardanım. Dil sizin romanlarınızda hep ön planda oldu. Bu romandaki dilinizi geçmişle karşılaştırdığınızda bir farklılık görüyor musunuz? Türkiye de romancılar Türkçe yi özensiz kullanır. Önemli olan ne anlattığınızdır, nasıl anlattığınız daha geri planda kalır. Benim için böyle olmadı hiçbir zaman. Dilin yazarın üzerinde bir hakimiyeti olduğuna inanıyorum. İngilizce yazmaya başlayınca gördüm ki farklı yazıyorum. Bu tamamen iki dil arasındaki farklılıktan kaynaklanıyor. İngilizce kelime dağarcığı açışından çok güçlü bir dil. Gerçi biz dildeki Arapça, Farsça, Osmanlıca kelimelerden arınmak, milli dil kurmak adına elimizde baltalar, makaslar Türkçe yi acımasızca kırpmasaydık, Türkçe nin de kelime dağarcığı çok genişti vaktiyle. Bu hassasiyetine rağmen kitabı siz çevirmiyorsunuz. Neden başkasının çevirmesini tercih ettiniz? Çeviri bambaşka, çok zor bir sanat. Bir dili iyi bilmek yetmez çevirebilmek için, iki dili iyi bilmek de yetmez. Hem romanın içinde olacaksınız ama hem de dışında. İncecik bir eşik. Ben çok fazla içindeyim romanın, çevirmeye kalkarsam bozarım.
Söyleşi: Efnan Atmaca, Akşam, 28 Aralık 2003
|