. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
Varlık ile hiçlik arasında gidip gelen bir yazar

 

Varlık ile hiçlik arasında gidip gelen bir yazar


Bit Palas; Elif Şafak’ın Pinhan, Şehrin Aynaları ve Mahrem’den sonra dördüncü romanı, beşinci kitabı. Bir de çok az kimsenin bildiği, kendisinin de çok sevmediği bir öykü kitabı var: Kem Gözlere Anadolu.

İlk kez, sorularımı, konuşacağım kitabı okumadan sordum. Aslında Elif’le ruhdaşlık duygumu test etmek istedim. Arkadaşlığımız sahiciyse, kendimi soran, onu sorulan olarak kurgulamaya gerek yoktu. Yazıda yazarı görmeye alışkın zihnim bana yardım ederdi. Hem zaten şeker ve su, şekerli su olduktan sonra, isteseler de dönemezler maziye. Bit Palas’ı okuyacaklar için ben işte böyle bir eriyik hazırladım. Elif Şafak’ı, romanının içinde erittim. Yarından sonra söyleyin bana; şeker hangisi, su hangisi? O mu yazıda erimiş, yazı mı ona tat vermiş? Şerbetiniz bol olsun...

 

 

Sadece şu kadarını biliyorum; kitapta 10 daireli bir apartmanı anlatıyorsun. Hep katman katmandır kitapların. Daire sayısı kadar mı öykü var bu kitapta da?

Bu sefer şöyle bir çatısı var kitabın. Bir yatay, bir dikey çizgi analizi var, bir de çember. Bunlar üç ayrı varoluş biçimi. Çember hayatla bağımı, döngüsel evreni, tasavvufa duyduğum ilgiyi özetliyor.

Her şeyin iç içe geçmişliğini fark etmezlik edemez benim arkadaşım.

Sadece İslam’da değil, çok farklı dinlerde de benzer geçişler var. Tahtacılar bir ağacı kesmeden önce onun rızasını alırlardı. Çünkü o döngüsellikte ağaçla sen, sen ile Tanrı aynı çemberin parçalarıdır. Aynı özü paylaşırlar. Döngüsel bir okuma içerisinde hayatı sorgulamak, cennet cehennem fikrini, günah sevap fikrini başka yerlere götürüyor. O yolculuğu seviyorum ben.

Dikey olan ne kitapta, apartman mı?

Evet, kat üstüne kat çıkarak bir apartman inşa ettim. Dikey, bir hedefe tamamen odaklanmak demek. Kariyer yapmak mesela. Üniversitede ders verirken de dikkatimi çekiyor. Öğrenciler, bölüme girdiklerinde dört sene sonra nerede olacaklarını çok iyi biliyorlar. İnsanların hedeflerini çok net tayin etmeleri ve bu hedef için çalışarak, böyle kat üstüne kat kurarak yaşamaları beni rahatsız ediyor. ‘Bundan sonraki roman ne şekilde olacak?’ diye soruluyor bana. “Hiçbir fikrim yok” diyorum. Yazarlıkla ilişkimin kurgusal bir şekilde devam etmesi; bir süre sonra şunu yazayım, beş yıl sonra şu ödülü alayım, beni hoşnut etmiyor...

Yani “dikey yaşama” sana sahici mi gelmiyor?

Evet. Ben daha ziyade yalpalayan, daha böyle yüzünde, dizinde yarası beresi olan, eşikte duran insanları seviyorum.

Güzel de yarasız insan mı var? Zaten herkesin bir gözü mor. Ama belki farkında olanlar ve olmayanlar var.

Doğru, bir de bu yaradan hızlı bir şekilde kurtulup, daha steril hayatlar kurmaya çalışanlar var. Kitaptaki ana temalardan biri bu. Hepimiz aslında, kapalı bir yaşam kuruyoruz. Bize benzeyenlerle evleniyoruz. Bize benzeyen çocuklar doğuruyoruz. Bize benzeyen insanlarla arkadaşlıklar ediyoruz. Bense, benim gibi olmayan birinin hayatına nüfuz etmeyi, onun benim hayatımın içine nüfuz ettiğinin farkında olmayı önemsiyorum. Bu yüzden kitaptaki temalardan biri de iç–dış ayrımı. Mesela romanda apartmandakileri sürekli rahatsız eden bir çöp kokusu var. Ama o çöp kokusunun dışarıdan geldiğinden çok eminler. Çünkü hep dışarısıdır ya pisliğin, belirsizliğin, tekinsizliğin alanı.

Nedense kendi durduğumuz yeri öyle tanımlamayız.

İşte bunu ters yüz etmeye çalışıyorum Bit Palas’ta. Yataya gelince, geçiciliğin ve göçebeliğin, hiçbir yere yerleşememenin simgesi. Yani yan yana dizili tren kompartımanları, otel odaları, akıl hastaneleri vs. Çember de o geçicilik ile kalıcılığı, hayal ile hakikati, varlık ile hiçliği birbirine lehimliyor. Hayal ile hakikatin ayırt edilemeyen biçimde karışması saçmalık demek. Bit Palas, saçmalığı kutsayan bir kitap.

Bu teorik lafları bir kenara bırakırsak, kitaptan alacağım tadı merak ediyorum. Kitaplar yemek gibidir. Bit Palas, bol baharatlı bir yemek mi?

Aşure gibi. Zaten kitapta aşure de önemli bir metafor. Aşurenin yarattığı teklikten doğan çokluğu, çokluktan doğan birliği seviyorum. Aşure içinde her bir malzemenin kendi tadını yitirip başka bir şeye dönüşmesi ama son tahlilde de bütün o tadı çoğulluktan alması...

Yani Elif, insanlara şunu mu diyorsun: Sakın siz kendiniz olduğunuzu zannetmeyin. Siz her şey birdensiniz.

Tabii, tabii. İşte bu. Her şeyin toplamına sahipsiniz. O anlamda da çok pis bir yanımız var. Kendi içimizdeki pislikle yüzleşmek birinci adım. O pisliğin çok kötü bir şey olmadığını fark etmek ikinci adım. Bu pisliği yok sayan ya da mümkün mertebe törpüleyerek, sansürleyerek, sterilize ederek kurulan hayatlar bana sahici gelmiyor. O uğurda verilen çabaları da saygıyla karşılamıyorum.

Ortada bir çöp kokusu var ise o koku benden geliyor diyorsun ve çok fena canımı yakıyorsun.

Üzgünüm! Ortada öldürülmüş bir insan varsa kan kokusu benden geliyor, onu ben öldürdüm çünkü. Yaptığımız her şey birbirimizin hayatına sızıyor. Birbirinden yalıtılmış hayatlar yok. Varmışçasına yaşamanın da bir anlamı yok.

Elif, kendinle ilgili neler keşfettin bu kitabı yazarken?

Karakterlerin hepsi yazarken, kendi kendilerini var ederek ortaya çıktılar. Başka tiplemeler de düşünmüştüm, onlar tutunamadı. Doğrusu ben karakterlerimi yönetmedim. Tam tersine onların kâtipliğini yaptım.

Yani dikey yazmadın, kendini akışa bıraktın.

Bütün karakterlerin takıntıları, korkuları var. Bu halleriyle de hepsinin bende karşılığı var. Gündelik hayatımdan da çok izler taşıyor. Öyle yalıtılmış bir şekilde, bir yere kapanıp da yazılmadı bu kitap. Yazarken mutsuz ve mutlu dönemler geçirdim. Hepsinin izlerini taşıdı kitap.

Her yazar gibi öncelikle kendini anlatıyorsun...

Yazarken kendimden yola çıkıyor, başkalarını anlatıyorum ve başkalarını anlatırken de kendime ulaşıyorum. Anlattığım hiçbir şey bana yabancı değil. Hepsi bende mevcut. Ve ben de o bütünde mevcudum.

Hoş geldin vahdet–i vücud! Dolayısıyla karakterler seni yönlendirse de, senin bilincinden bağımsız değiller.

Evet, çünkü bu alanlarda sürekli okuyorum, düşünüyorum. Entelektüel ve duygusal düzlemde zaten o havayı teneffüs etmişim. Ama yazarken beni akıl değil sezgi yönlendiriyor.

Yine de sadece sezgiyle yazdığına inanamam.

Sezgi pusulam. Ne yöne gideceğimi söylüyor. Akıl ise o yöne doğru nasıl ilerleyeceğimi.

Kitap bitince yabancılaşma olmuyor mu?

Bende bir yandan çok güçlü bir yazarlık tutkusu ve hazzı var. Ama bir o kadar da, hiçlik, fanilik bilinci var. Yaptığın şeyi o kadar da önemsememek yani. İkisinin arasında gidip gelen bir sarkacım ben.

Ama hayat zaten böyle. Sahici sanatçılar, kalp gözü mühürsüzler bunu fark ediyor.

Zaten benim edebiyatımdan bir şey çıkacaksa bu parçalanmışlıktan çıkacak.

Bu bilinçle yaşamak hem güzel, hem de insanı hırpalayan bir şey.

Tabii, daha güvenli koylara demir atarak, kat üstüne kat yaparak yaşamak da mümkün. Ama benim istediğim bu değil.

E tabii öyle bir iç deprem olur ki, bütün katların yıkılır.

Tabii tabii. Zaten romanda da o var. Önce apartmanı inşa edip, sonra tamamen yıkıyorum.

Elif, ya senin farkına varmadan yükselttiğin katların?

Bende çok fazla kat üstüne çıkılmış yapılar yok. Ama bu ilk başlarda bir tercih değildi. Bunun içinde doğdum zaten. Annem ile babamın ayrılması, çok küçük yaşlardan itibaren girdiğim her mekandan epey bir travma benimle birlikte geldi. Kültürel, sosyal, sınıfsal, dinsel kopuşlar o kadar keskin yaşandı ki bende, zaten ben kat üstüne kat inşa edemedim.

Apartman neden 10 daire?

Başka rakamlar da var kitapta. Apartmanın numarası 88 mesela. Ben hurufiliği, kabalacılığı, rakam okumayı, zahiri ve batıni arasındaki o ayrımı severim. Bunu mayamda hissederim. 10’da bir tamamlanmışlık var. Düğümün çözüldüğü de 10 numaralı daire. 8 benim için kozmo, sonsuzluktur. 88’de iki kozmoz yan yana. Pinhan’da da böyle bir şey yapmıştım. Orada çift cinsiyetli birisiyle, vücut ile şehir bağlantısı var. Yani vücudun şehri. Yani bir mikro kozmozla, makro kozmoz arasındaki bağlar. Bence evren de iki başlı. Bu bana has bir okuma biçimi değil; ama benim de içinde olduğum bir okuma geleneği. 

 

 

Nuriye Akman, Zaman Gazetesi, 20 Nisan 2002

 

İzlenme : 5129
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us