Pınar Kür, Celil Oker, Elif Şafak, Faruk Ulay, Murathan Mungan: "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar"
Murathan Mungan, Faruk Ulay, Elif Şafak, Celil Oker ve Pınar Kür ün, birer bölüm yazarak tamamladığı Beşpeşe adlı roman ya da diğer adıyla nesne-kitap, tasarımcı Bülent Erkmen in bir projesi. Muhtevası kadar tasarımı da ilginç olan kitap, günümüzde kitap yayıncılığında kullanılmayan bir baskı tekniğiyle, çinko alaşımlı klişe kullanılarak tipoyla yapıldı. Nesne-kitabın dünyada en bilinen örnekleri El Lissitzky nin İki Kareden ve Mayakovski nin Ses İçin adlı kitapları. Son 15 yıldır nesne kitaplar yapan Erkmen in en bilinen çalışmaları ise bir minyatürden hareketle yaptığı Kitap ve hayli ses getiren 32 Büst. Erkmen, Beşpeşe ile okura eski kütüphanelerin tozsuz raflarında bulunmuş yeni bir roman duygusu taşıyan yumuşak, edilgen, kendini okura teslim ederek okuru teslim alacak bir kitap vermek istediğini söylüyor. Beşpeşe yi romanın yapılış hâlinin ismi olduğu için seçmiş. Ama daha referanslara bağlı, hikâyeden çıkan bir isim seçilseydi bu Murathan Mungan ın kendi yazdığı ilk bölüme koyduğu "Seksek Tebeşir Dairesi" olurmuş. İster Beşpeşe deyin, ister Seksek Tebeşir Dairesi; biz aynen kitaptaki sırayla beş yazara peş peşe sorduk, cevapları peş peşe aldık. İşte yazarlarının dilinden ortak romanları. Beşpeşe’nin en zor kısmı hangisiydi sizce? Ve sizin bölümünüzün zorluğu neydi? Murathan Mungan: Benim bölümümün zorluğu kitabın başı olmasıydı. Ben, kendi kitaplarımı yazarken de en çok başta zorlanırım. Başlamak, bir yola karar vermektir çünkü. Bir de böyle bir projede sonraki yazarlara karşı etik ve artistik sorumluluğunuz var. Onlara alan, ipucu, olanak ve oyuncak bırakmalısınız. Faruk Ulay: Benimki en kolayıydı; çünkü Murathan ın ipuçlarından istediğimi seçme şansım vardı. İlk bölümdeki kişiliklerden kimlere ağırlık verip kimleri ikinci plana iteceğime karar vermem zor oldu. Son bölüm, en zoru bence. Bunu yazacak kişinin tüm verileri gözden geçirip olabildiğince mantıklı biçimde toparlaması gerekiyor. Elif Şafak: Bölümüm tam ortaya denk düştüğü için hareket alanımı sınırlayan bir yapıya sahipti. Zaten süregiden bir hikâye ve karakterler var. Benim rolüm metni alıp tersine çevirmekti. Ben de tam bunu yaptım; kurguyu karıştırdım. Celil Oker: Bölümümün özel bir zorluğu yok. Bence en zoru ilk ve son bölümler. Çünkü buralarda okur dikkati en üst düzeydedir; bu bölümlerin benden istenmediğine özellikle memnunum. Pınar Kür: En zor bölüm benimkiydi. Murathan ilk bölümde karmaşık ama imkânlı bir hikâye kurmuş. Bir de esrar atmış ortaya: Zehra nın annesi öldürüldü mü, intihar mı etti -öldürüldüyse kim öldürdü?- Sonraki bölümlerde her yazar öyküyü başka bir yöne çekmiş, esrarı çözmeye değil daha da karmaşıklaştırmaya özen göstermiş. Olayı toparlamak, anlamlı bir hale getirmek bana düştü. Bu durumda, daha önce ihmal edilmiş olan anne (ki düğüm ondaydı) ve baba (ki düğümü ancak o çözebilirdi) üzerinde yoğunlaştım. Her bölümde başka bir Zehra çıkmıştı önüme. Onu da deliliğin sınırlarında gezinirken mantıklı düşünmeye çalışan bir kişilik olarak ele aldım. Sonuçta Murathan ın kurduğu esrara üçüncü bir çözüm önerdim. Bu kitap için üslubunuzda değişiklik yapma ihtiyacı hissettiniz mi? M.M. Tek başıma yazdığımdan farklı olarak en çok hissettiğim duygu, diğer yazarlara karşı duyduğum şu sorumluluktu. Örneğin, daha en başta kahramanın ağzından anlatmayı değil de, elöyküsel bir anlatımı seçtim. Kişisel bir üsluba yaslanmak böyle bir çalışma için ayıp olurdu. Diğer yazarların, malzemelerini kullanmalarına olanak tanıyan çoklu bir yapı kurmak istedim. Kişiliğinin gölgeli yanları olan karmaşık karakterler, belirsiz durumlar, arkasını merak edeceğiniz olaylar bırakmak istedim. Daha en başta bir çocuk oyunu üzerine kurdum: Seksek... Sonuçta çocukluk ve oyun her yazar için zengin bir hazinedir. Ortada cinayet mi, intihar mı olduğu belirsiz bir durum bıraktım. Karışık kafalar ve gönül ilişkileri. Bir kez daha roman kahramanları nedeniyle farkına varacağımız insan denen muamma! F.U. Ben üslubumu daha yuvarlaklaştırdım. Ama yıllardır kişi adından, yer ve zamandan yoksun olanhikâyelerimin karşısında, Beşpeşe deki bölümüm alabildiğine somuttur. E.Ş. Tek başıma yazarken de tek bir üslubum olmadı hiçbir zaman. Bu projede de üslubu hikâye belirledi. C.O. Temelde pek fark olmadı. P.K. Her yazarın kendi üslubunu muhafaza etmesi oyunun kurallarından biriydi. Onun için kendim gibi yazdım. Ama olayları toparlamanın zorluğu üslup kaygılarının önüne geçti. Yazma sürecinde bir sonraki bölümü sabote edici bir şey yapmayı düşündünüz mü hiç? M.M. Öyle şeylere ancak tenezzülü düşük, kendine güveni kıt yazarlar gönül indirir. Bu çeşit projeler eşli oyun oynamayı bilenler içindir. F.U. Benim bölümde beklenmedik bir gelişme oldu zaten. Murathan, bölümünü beklenmedik bir kişilik ortaya atarak bitirmişti. Ben de o kişiliği kullanıp Zehra yı zor durumda bıraktım. E.Ş. Kimse kimseyi sabote etmedi; ama birbirimizle hınzırca paslaştık. C.O. Doğrusu aklımdan bile geçmedi. P.K. Benden sonra başkası olmadığı için benim böyle bir şey yapmama imkân yoktu. Bu kitapla okura nasıl bir hediye verdiğinizi düşünüyorsunuz? Bir oyun diyebilir miyiz? M.M. Oyunu ciddiye alırsanız eğlenirsiniz. Ama diğer yazarların doğasına, malzemesine, üslubuna aykırı yalnızca kendini göstermeye çalıştığınız zeka numaralarına, hınzırlık gösterilerine girişmeyi bir tenezzül sorunu sayarım. F.U. Kitap en çok da Bülent Erkmen in hediyesi. En güzel yanı da okuyucuyu bir üsluplar dünyasında dolaştırması. Okumak da ciddi bir oyun ne de olsa. E.Ş. Okura gayet keyifli, dönemeçli ve katmerli bir edebî metin verdik. Bir de sadece romanı değil romancıyı da okuma fırsatını. C.O. Her şeyden önce eşine kolay rastlanmayacak bir kitap hediye ettik. Kitabı elime aldıktan sonra tasarımının da içerikle uyumlu olduğunu gördüm. P.K. Okura şimdiye dek yapılmamış bir deneyimin heyecanını ve eğlencesini yansıttık. Evet, bir oyundu bu; ama bir anlamı olduğu ölçüde değerlenecekti. Ben her yazdığım metinde kendimce oyunlar oynarım zaten, ama gizli oyunlardır bunlar ve okura ne ölçüde yansıdığını bilemem. Buradaki oyunsa çok açık seçik ortaya kondu. Kitapta makyaja dair fikirler önemli bir yer tutuyor; Fatin Bey in görüşleri, Zehra nın tarzı, markalar dünyasındaki karşılığı gibi. Sizin makyaj hakkındaki kişisel görüşünüzü sorsak? M.M. Benim bölümümde makyajdan çok güzellik/çirkinlik sorunsalı yer alıyor. Makyaj hakkında benim değil de Fatin Bey in görüşlerini alsanız daha iyi olur. Biliyorsunuz; derslerine kimseyi makyajlı bir yüzle sokmayan o! F.U. Makyaj hakkında pek de kişisel bir görüşüm yok. Ama kişiliğin uzantısıdır bir yerde. Roland Barthes, bu konuda benden daha söz sahibi sanıyorum. E.Ş. Makyaj demeyelim de yüz ve ifade diyelim dilerseniz. Ben yüzünde surat değil, suret değil, sure taşıyan yüzleri sevdim hep. Makyaj bazen bunun parçasıdır bazen değildir, insanına bağlı. C.O. Makyaj hakkında kişisel görüşüm galiba yok. Bir yere gidecekken, eşim uygun gördüğü makyajı yapar, ben de ona ‘pek güzel olmuşsun derim. P.K. Yaz günü soruyorsunuz bu soruyu. Yazın makyaj yapmam. Kışınsa en fazla beş dakika sürer. Kırk yılda bir uzun uzadıya makyaj yaptığımda akşam silmeye kıyamam.
Söyleşi: Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004
|