Ermeniler, Aydın Duruşu ve Milliyetçilik / Kerem Çalışkan
Elif Şafak. Genç kuşağın en parlak ve gelecek vaat eden edebiyatçılarından birisi. Dünyayı geziyor ve insanlığın hallerini yazıyor. Politik duruşun önemli olduğunu düşünen bir edebiyatçı. Tempo’dan Enis Tayman, Elif Şafak’la ‘Ermeni sorunu’ üzerine konuştu. Elif Şafak iki Ermeni konferansına ‘katılamamış’ bir yazar. Birisinde Ermeniler istememiş, diğeri Türkiye’de bilinen nedenlerle iptal edildi. Konu çok derin ve kapsamlı. Elif Şafak, insani yönden ‘acıyı paylaşmanın’ önemini vurguluyor. Bunun, düğümü çözecek ipucu olduğunu sezdiriyor. Orhan Pamuk’un Almanya’nın en önemli edebiyat ödülünü Ermeni konusundaki çıkışı ile aldığı şu günlerde, Türk edebiyatçı-Ermeni sorunu ilişkisi daha da ilginç bir boyuta taşınıyor. Bir dizi soru ortaya atılabilir: Günümüz dünyasında aydınların ‘milli’ bir kimliği olabilir mi? Milli olmak ve milliyetçilik nedir, ne değildir? Tarihiyle yüzleşmek, Osmanlı İmparatorluğu’nu canı ve kanıyla savunan bütün bir kuşağın hatasını ve sevabını da tümüyle üstlenmek demek midir? Sorular uzayıp gidebilir. En iyisi Elif Şafak’ın yaklaşımındaki insani boyuttan üretilebilecek çözümler üzerine daha çok kafa yormak.
Elif Şafak: “Ben Ermenilerin acısını paylaşıyorum”
Siyaset bilimci ve yazar Elif Şafak, Ermeniler konusunda iki kez topluluk önünde konuşacaktı; ama birini ‘bazı’ Ermeniler, diğerini ‘bazı’ Türkler engelledi. Şafak’la bu ‘bazı’lık ve Ermeni meselesi üzerine konuştuk.
Türkiye’de iptal edilen Ermeni Konferansı malum. Peki ABD’deki niye iptal edildi?
Arizona Üniversitesi’nde, ofisimdeyken, nefis Türkçe konuşan bir Ermeni din adamından telefon aldım. Fresno’daki Ermeni cemaatinin dini lideri olduğunu öğrendiğim bu kişi bana, çocukluğunu İstanbul’da geçirdiğini ve Amerika’daki Ermenilerin genellikle Türkleri hiç tanımıyor oluşundan büyük üzüntü duyduğunu anlattı. Benim de yazılarımı takip ettiği ve bu konudaki fikirlerimi bildiği için, beni oraya, kilisede bir konuşma yapmaya davet etti. İlginç ve onur verici bir davetti bu. Papaz, toplumunun Türklerle diyalog kurmasını önemli buluyordu. “Sizi bu yüzden davet ediyorum. 1915’i de konuşmak istiyoruz, konuşur musunuz? Acıyı bizimle paylaşır, yasımıza katılır mısınız?” dedi. Ne yazık ki, iki gün kala davet apar topar iptal edildi. Oradaki Ermeni cemaatinden birileri, “Türk’le karşılaşmak istemiyoruz” demiş ve ne yazık ki orada da reddiyeciler galip gelmiş. Yani diasporadaki Ermeniler de yekvücut değil. Hemen arkasından İstanbul’a geldim, Adalet Bakanı bizi vatan haini ilan etti. İki tarafta da yaşadım milliyetçi bağnazlığı. Bence birbirlerine ayna tutuyorlar.
Acı dediniz; acıyı paylaşıyor musunuz?
Acıyı paylaşıyorum ve yası paylaşmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. En büyük eksikliğimiz orada. Sayıları tartışıyoruz. Oysa insan ilişkilerinde yakınlaşmak için en basit yöntem, “Acını paylaşıyorum” demektir.
Bu eksiklikte, daha önce yazdığınız gibi, 1923’teki ‘sıfırdan başlama’ etkili mi?
Bence alakalı. Toplumsal hafızadan mustaribiz. Genelde bir unutkanlık var; ama sadece 1915 değil, bütün bir tarihi kapsıyor.
Hafızamızı kaybetmeyi biz mi seçtik, yoksa birileri mi istedi?
Modernleşme biçimimizden kaynaklandı. Ama bireyler olarak biz de bir o kadar içselleştirdik. İki yönlü bir kopukluk var bizde. Birincisi zamansal; cumhuriyetle birlikte kültür ve bilgi birikimleri bir kuşaktan ötekine akamadı. İkincisi de ideolojik. Modernleşmeyi Batı olarak algılayan ve sırtı geçmişe dönük bir kesimle, ona tepki mahiyetinde muhafazakar bir kesim var. Üçüncü yolu açmak gerek.
Ne yapmak lazım?
En uygun mecralardan biri sanat. Sanat, apolitik değildir ve politikanın aşamadığı duvarların üzerinden akabilir.
Ermeni meselesindeki çok ciddi direncimizin nedeni ne?
En büyük tabumuz. Türkiye’de dört temel yaklaşım var bu meselede. Birincisi ve çoğunluğun düşüncesi, genel bir umursamazlık ki, bunlar bilinçli bir reddiye içinde de değil. Genel tarihe yaklaşımımızda, merak duygusunu kaybettiğimizi düşünüyorum ve toplumun da asıl o zaman erozyona uğrayacağına inanıyorum. İkinci yaklaşım, bilinçli reddiyeciler. Sayıca daha az; ama kudretliler. Özellikle politikacı ve diplomatlar arasında yaygın. Hatta, “Ermeniler bize zulmetti” diye bir rövanş duygusu içindeler. Üçüncü yaklaşım, daha çok yurtdışındaki Türklerde var; “Her ne olduysa geçmişte oldu. Niye arkadaş olamıyoruz?” diyorlar. Dördüncü yaklaşımı benim de aralarında bulunduğum az sayıda insan paylaşıyor: “Geçmiş önemli; o da tartışılmalı” diyoruz. Yüzleşmek yaranın iyileşmesi için ilk koşul.
Bir yetkili çıksa ve soykırımı kabul etmeden, “Özür dileriz” dese…
Soykırım çok yönlü ve ağır bir kelime. Maalesef Ermenilerin içinde de bir kesim var ki, soykırım kelimesini kullanmazsanız sizinle konuşmak bile istemiyorlar. Ben de soykırım kelimesini kullanmıyorum. Ama katliam kelimesini kullanıyorum. Ben, soykırımı savunanların da, reddedenlerin de ve başka kelimeler kullananların da fikirlerini dile getirebilecekleri bir demokrasi olgunluğunu arzu ediyorum.
Ermenilerle Türklerin benzediği söylenir, doğru mu? İnatçılığın nedeni bu olabilir mi?
Çok benzerliğimiz var. Ama sorumluluğumuz eşit değil. Bir azınlığa yapılan haksızlıktan söz ediyorsak, hatırlamak sorumluluğu evvela bizlere düşüyor. Biz Ermenilerden unutmalarını bekliyoruz; ama öncelikle bizim hatırlamamız gerekiyor ki, onlar unutabilsin. Sadece Ermenilere değil, tarihe karşı…
Peki bir Türk yetkili çıksa ve özür dilese…
En basitinden, “Çok büyük insanlık dramı yaşandı, bundan derin üzüntü duyuyoruz” diyebilir. Ben siyasi elitten de devletten de böyle bir açıklama beklemiyorum. Ama tek tek bireyler olarak özür dilemeyi öğrenebiliriz. Özür dilemekten utanan, olgunlaşmamış bir toplumuz.
Ama kökleri çok eski bir toplum olgun da değil midir?
Muhafazakar kesim içinde de dillendirilen, “Osmanlı millet sistemi içinde herkes güllük gülistanlık yaşıyordu” masalıyla büyütülmedik mi biz? Bir Suriyelinin, Sırp’ın hafızasındaki Osmanlı bizim bildiğimiz değil. Bireysiz ve tek açıdan bakan bir tarihimiz var. Bireyleri ön plana çekmeliyiz.
Yanlış kaynamış bir kırıktan söz ediyorsunuz. Düzeltmeye çalışmak daha büyük acılara yol açmaz mı?
Tehlikeli bir metafor bu. Biz ulusal kimliğimizi korkular üzerine inşa etmiş bir toplum olarak, domino teorisine inanıyoruz: “Kürtlere kültürel hak verirsek, yarın Lazlar da ister; parçalanırız.” Bu, Sevr korkusu. Kubilay anlatısıyla büyüdük. Bush yönetimi de bu korku rejimi yöntemini kullanıyor. Çünkü ötekine ihtiyaç duyar bu tür rejimler. Tam bir çıkmaz sokaktayız. “Tek bir insanın bile canı yandıysa, durup düşünmem gerekir” diye bakamıyoruz meseleye. Sanatçılar, aydınlar olarak belki çıkmaz sokağın dışında bir tartışma başlatabiliriz. Çünkü öbür türlü bir şey elde edemeyeceğiz.
Türkler de pek çok kez sürüldü ve katliama uğradı. Bu, karşı argüman olarak kullanılabilir mi?
Bunu kullanmak, “Birden fazla acının yasını tutamam, o kadar dar bir yüreğim, hafızam, beynim var ki, tek bir hatıraya veya acıya yer var” demek. Bir insanı bundan daha fazla aşağılayan bir şey düşünemiyorum. Her acının yasını tutabilecek bir yüreğe sahip olmalıyız.
Boğaziçi’nde “sakıncalı Ermeni aydınlar’dan bahsedecektiniz. Şimdi söz edebilir misiniz bundan?
Tehcirden önce oluşturulan bir sakıncalı Ermeniler listesi var. Sanatçılar, şairler, yazarlar var. Yaklaşık 240 kişi. Çankırı ve Ayaş’a sürülüyorlar. Pek çoğu öldürülüyor. Neden bunlar tehlikeli bulundu? Sonra tek bir kadın yazar var aralarında: Zabel Esayan. O nasıl sakıncalı bulundu? Sorunları bireyler düzeyinde hissetmek, çözmek için de başlangıç. Yoksa soykırım diye kallavi bir sözcükle yola çıkmak sorun çözmüyor.
Soykırım ya da katliam yerine, “Ermenilerin bağımsızlık talebi vardı. Bu da bir iç savaş ya da çatışmaya yol açtı” demek doğru olur mu?
“Ermeniler sırtımızdan bizi hançerledi” diye düşünüyoruz. Ama onlar da “Osmanlı tarafından sömürülüyoruz” diye bakıyor. Bizim cevaplarımız çok hazır ve dinlemiyoruz. Sözünü ettiğiniz dönem, milliyetçiliğin palazlandığı bir dönem. Keza Türkler de kendi milliyetçiliklerini aynı dönemde keşfetti. Sonra Ermenilerin çok azı böyle bir taleple ve silahlanarak hareket etti. Sen mesela Van’daki olay nedeniyle Trabzon’daki Ermeni’yi niye sürüyorsun? Orada yüzleşmediğimiz bir kırılma var. Ben bir de bu işten en çok, örgütlü militanların değil; köylünün, sıradan insanın zarar gördüğünü düşünüyorum.
Ermenilerin mallarına konanlar da tartışılıyor. Direncin nedenlerinden biri bu olabilir mi?
Kısmen. Özellikle belli bir üst sınıf için. Tabii bu arada sadece 1915’te değil, Varlık Vergisi’yle de bir sermaye transferi gerçekleştirildi. Tek tek ailelerin bununla yüzleşmelerinde hiçbir beis görmüyorum. Tarihi, tarihçilere bırakmak bu anlamda doğru değil aslında.
Türkiye’deki Ermenilerin durumunu nasıl buluyorsunuz?
Özellikle Türkiye’deki Ermeni entelektüellerin durumu iki kat zor. Onlar çifte cendere içinde. Bilhassa onları yalnız bırakmamamız gerekiyor. Bu görev daha çok Türk aydınına düşüyor.
Mersin’deki bayrak krizinde nasıl tepki verdik sizce?
Milliyetçi bir refleksimiz var. Hemen genelleyebiliyoruz. Sonra mesela bu ülkede, “Ermeni tohumu” diye bir küfür var. Milliyetçilik bir refleks ve bunu sorgulayanı da vatan haini ilan etmeye hazırız.
Tempo, 29 Haziran-5 Temmuz 2005
|