. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
“Med-Cezir, yazma mevsimiyle romandan kurtulma mev

 

Elif Şafak:
 
"Med-Cezir, yazma mevsimiyle romandan kurtulma mevsimi arasındaki sarkaçtı"

 
Yazar Elif Şafak denemelerini Med-Cezir adını verdiği bir kitapta topladı. Bir yol haritası niteliğindeki kitap, yazı ve yaşam ekseninde samimi itiraflardan oluşuyor. Özellikle yurt dışında olduğu zamanlarda denemeler bir bağ olmuş Türkiye ile arasında. Deneme kitabını konuşurken yeni romanını da tamamlandığını öğreniyorum. İngilizce olarak kaleme aldığı Baba ve Piç adlı romanın şu sıralarda Türkçe ye çevirisi yapılıyor. İngilizcesi ünlü Penguin Yayınevi tarafından yayınlanacak olan roman önümüzdeki günlerde bir hayli konuşulacak. Çünkü 1915 Ermeni Tehciri konusuna da değiniyor. Elif Şafak la hem Med-Cezir, hem de yeni romanını konuştuk.
 
Denemelerden oluşan bir kitap Med-Cezir. Biraz uzakta olmakla ilgili bir durum mu sizin için deneme yazmak? Çünkü yazıların tarihi değil nerede yazıldıkları yer alıyor altlarında.
 
Bir yol haritası diyebilirim bu kitap için. Ben hiçbir zaman Türkiye den kopmuş hissetmedim kendimi, her yazı da yeni bir bağ oldu benim için. Üç dört senedir periyodik olarak yazı gönderiyorum. Türkiye den çıkıp da apolitik olma lüksümüz olduğuna inanmıyorum, bu meseleler üzerine dışarıdan da olsa yazılabilmeli diye düşünüyorum. Sadece yazar değil de münevver olabilmek, başka alanlarda da bir şeyler yapabilmek, bilgiyi başka alanlara yayıp, bir çember oluşturabilmek önemli benim için. Bunu arzuluyorum.
 
Kitaptaki yazıları düşünürsek kendinizle, geçmişinizle yaptığınız hesaplaşmalar ağırlıkta...
 
Siyaseti hayatın her alanına nüfuz etmiş olarak tanımlıyorum ve o anlamda baktığımızda toplumla veya kendimle hesaplaşmalarımı farklı yönde değerlendirmek de mümkün oluyor. Kimlik politikaları, aidiyet, dilin geçirdiği evrimler ve dönemler, bütün bunlar da siyasi açılımları olan okumalar. Tabii siyaset nerede sanat nerede tam ayırt edilmiyor ama benim derdim de tam ayırt etmek değil zaten. Hatta girift kalsın, bırakalım öyle devam etsin diyorum. Sonuçta biraz kendime bakma ve kendimi cevaplama arzusu vardı. O kadar dolaştığın zaman haritaya bakıp nereden nereye geldiğini görmek istiyorsun, bunun için önemliydi bu metinler.
 
Kitabın ismine gelelim. Med-Cezir sizin için neyi ifade ediyor?
 
Zıtlıkları ifade ediyor. Gündelik hayatta yapamadığım pek çok şeyi. Belki o yüzden edebiyatı bu kadar seviyorum. Zamk gibi görüyorum, bir arada tutuyor bazı şeyleri. Ben hep kendi içimde farklı farklı uçların olduğunu düşündüm, gündelik hayatta bunları törpülüyoruz, sosyalleşmek zaten böyle bir şey. Edebiyatta çokbaşlı, çoksesli, çelişkili, uyumsuz, sorunlu olabiliyorsun. En önemlisi Med-Cezir, yazma mevsimi ile romandan kurtulma mevsimi arasındaki sarkacı ifade ediyor benim için.
 
Denemelerden birinde hangi romanı nasıl bir ruh haliyle yazdığınızı ve sonrasında neler yaşadıklarınızı anlatıyorsunuz. O ruh haliyle yaşamak zor değil mi?
 
Benim kadar benimle yaşayan insan için de zor. Bizler genellikle yazı yazmayı yapıcı bir süreç olarak algılıyoruz, yapıcı olduğu muhakkak zira ortaya bir eser çıkarıyorsun. Ama yapmak kadar yıkmak da var içinde. Ben her yazma mevsiminin, her roman mevsiminin son derece tahripkâr bir süreç olduğunu gözlemledim. Beşinci romana gelmeme rağmen, hâlâ düzelmiş bir şey yok ve hâlâ sarkacın öbür tarafında duruyorsun. Çünkü çok talepkâr bir süreçtir bu. Geceni gündüzünü, enerjini, rüyalarını senden talep eden bir döneme giriyorsun. Bu psikolojik ve fiziksel olarak etki ediyor. Roman bittikten sonra bir silkinme ihtiyacı duyuyorsun. Ondan uzaklaşmak ve yeniden normalleşmek istiyorsun.
 
Peki bu düzelme süreci ne kadar devam ediyor?
 
Romandan romana değişiyor. Yarattığı tahrip ne kadar güçlüyse onarımı da o kadar uzayabiliyor. Araf öyleydi örneğin benim için. Amerika da son derece yalnız kalıp kendimi yalıtarak yazdığım bir romandı. Toparlanması da epey bir vakit aldı. Ama ilginç bir şey, sanki kendi içinde, senin bilmediğin bir saat var adeta ve sen farkında olmasan da kaydetmeye, işlemeye devam ediyor. Zamanı gelip çember tamamlandığında o eski ruh haline yeniden dönüyorsun.
 
Amerika ve Türkiye arasında gidip geliyorsunuz. Yazarlık bakımından iki ülke arasında nasıl farklar var?
 
İki ülke çok farklı dinamiklere sahip. Orada bir kimlik politikası var. Bu çok derinlere kök salmış bir durum. Eğer insanların gözünde Ortadoğu dan gelmiş bir kadın yazar, Müslüman ülkeden gelmiş bir kadın yazar gibi yaftalar taşıyorsan o zaman kapılar önünde açılıyor ve o damar üzerinden yürümeni istiyorlar. Ama ben bunu tehlikeli buluyorum. Kimliğin önden yürüyor ve ürettiğin sanatın edebiyatın kalitesi arkadan geliyor. Ben arzu ediyorum ki edebiyat önden gelsin ve kimlik politikalarını sorgulayabilelim. O yüzden Amerika da bir sürü sığlığı bir sürü yaftayı aşmak zorundasın. O anlamda Araf onlar için bir sürpriz kitaptı. "Ben Amerikalı bir kadının hikâyesini niye bir Türk ten dinleyeyim? Bir Çinli nin hikâyesini neden bir Meksikalı dan dinleyeyim? Kimliğin neyse onu anlat" diyorlar. Ama edebiyat bu değil. Edebiyat bir başkası olmayı, yalan söyleyebilmeyi, hayal kurabilmeyi gerektiriyor. Her şeyi reddedebilmek gerekiyor. Aşkınlık burada önemli bence. O yüzden edebiyatla tasavvuf birbirine bu konuda ortak oluyorlar.
 
Yeni romanınız ne durumda yakın zamanda çıkacağını duydum...
 
Evet, İngilizce si Penguin den çıkacak. Baba ve Piç olacak Türkçe adı ve şu sıralar Türkçe ye çevriliyor. İki dilde aynı anda yayınlanması planlanıyor.
 
Neyi anlatıyorsunuz bu romanda?
 
Hafıza ve hafızasızlık meselesini ele alan bir roman ve bu da ciddi bir mesele aslında. Toplum ve bireyler için önemli bir şey bu. Amerika da 1915 üzerine çok şey okudum. Romanın damarlarından birisi bu olacak. Geçmişle yüzleşemiyorsan muhakkak bir yerden patlak verecektir. İki yıklaşım var, birisi unutma yanlısı ve gözleri geleceğe dönük bir hayat biçimi, öbürü de geçmişe bakan bir hayat biçimi. İkisinin de kendine göre çok ciddi dezavantajları var. Birinden birini seçmedim. Fakat genelde hafızayı, hatırlamayı, hatırlayıp da aşabilmek üzere çabalamayı önemsedim.
 
Nasıl bir tarih araştırması yaptınız roman için?
 
Resmi tarihin dışladığı kimliklere her zaman yakın hissettim kendimi. Diğer romanlarımda yaptığımın aynısı yaptım aslında, resmi tarihin, genel geçerin dışladığı şeylere yöneldim. Tarihin pürüzlerini ortadan kaldırmaya çalıştım. Bu sadece akli bir tercih değildi, vicdani de bir tercihti aynı zamanda.
 
İstanbul da yapılan Ermeni konferansına katılmanız ve yurt dışında çeşitli dergilere bu konuda verdiğiniz demeçler yüzünden eleştirilmiştiniz...
 
Şunu söylemek gerekir önce, ben bunu Ermeni Meselesi olarak almıyorum. Siyasi jargonumuzun o çok düşünmeden kullandığımız ifadeleri bile aslında o kadar sorunlu ki. Ermeni meselesi deyince de sanki Ermeniler bir mesele çıkarmış ve biz de onun uzerine kafa yormalıymışız gibi algılanıyor. Eğer bir meseleden konuşacaksak, toplumsal hafızasızlıktan konuşmalıyız.
 
Sizi etkileyen yan bu hafızasızlık mı?
 
Toplumların da belirli bir yaşam evriminden geçtiğine inanıyorum. Eğer geçmişiyle yüzleşemiyorsa bir toplum, o zaman olgunlaşması sorunlu olur. Bu anlamda Türkiye bırakın gençliği hâlâ çocuk kalmış bir toplum. Miladı 1923 le başlatan, ondan öncesini merak dehi etmeyen, hazır verilerle yetinen kuşaklar yetiştirdik. Sadece, 1915 e yönelik bir sorgulama değil. Bunun dışında veya beraberinde sorgulayacağımız pek çok şeyin olduğun ainanıyorum. Fakat beni üzen, Türkiye de eğer eleştirel yaklaşıyorsan, tarihine, bugüne, mevcut egemen kimlik politikalarına; anında ya birilerinin maşası olduğun düşünülüyor, ya da bir çıkarın olduğu fikri güdülmeye başlanıyor. Bazen aldığım e-postalara bakıyorum, son derece hakaret dolu mesajlar da alıyorum. Ermeni parası almakla suçluyorlar, Ermeni kanı taşıdığımı söyleyip buradan yola çıkarak hakaretler yağdırıyorlar. Bazı şeyleri söyleyebilmek için illa çıkarının olması gerekmiyor. Vicdanımla ve aklımla bunları söylüyorum, tıpkı başka şeyleri de söyleyebildiğim gibi. Bunu kabul etmeyen, yani özeleştiriye karşı çok hoyrat bir kültürümüz olmasının ciddi bir zaaf olduğunu düşünüyorum.
 
Özellikle Orhan Pamuk un bu konudaki açıklamalarından sonra, "Yurtdışında başarılı olmak, kitaplarını sattırabilmek ve ödüller alabilmek için bu tür açıklamalarda bulunuyor" yorumları yapılmıştı. Siz de aynı suçlamayla karşı karşıyasınız...
 
Evet böyle suçlamalar var. Fakat İstanbul Konferansı nın önemi, tam da bu tezi çürüten bir özelliğinin olması. İstanbul Konferansı nerede yapıldı, İstanbul da. Kimler yaptı, Türk akademisyenler. Konuşmalar hangi dilde sunuldu, Türkçe. Gelen seyirci nereden, buradan. İçeriden başlayan ve içeriden gelen bir oluşumdu. İkincisi kolektif olmasıydı. Değişim içeriden gelmeli. Elbette uluslararası platformlarla el ele gitmeli ama, onların zoruyla veya onlara yaranmak için değil, gerçekten böyle düşündüğümüz için bu tohumun atılması gerektiğine inanıyorum. Bir de burada atılmalı aynı zamanda, bu topraklarda olmalı.


 

Söyleşi: İhsan Yılmaz, Hürriyet Cumartesi Keyif Eki, 3 Aralık 2005

 

İzlenme : 4144
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us