. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
Yeni roman için hayatımda ilk kez futbol maçı izle

 

Yeni roman için hayatımda ilk kez futbol maçı izledim

 

Köşe yazılarından oluşan son kitabına “Firarperest” adını veren yazar Elif Şafak’ın kendi de firariliği seviyor, hep yollarda olma arzusu duyuyor. Bu yüzden yeni kitabını Londra’da yazıyor: “Her kitabımı kendi bedenimi ihmal ederek yazarım. Düzenli beslenemem ama annelik bunu dengeledi biraz. Çünkü çocuklarımın normal bir örnek görmeleri gerekiyor”

 

 

Elif Şafak hamurişi ve ekmek kokusunun ona ilham verdiğini söylüyor. Biz de onun fotoğrafını Swissotel’de, yılbaşı için gerçek malzemelerle yapılan kurabiye evin yanında çekiyoruz.

Elif Berköz Ünyay

Ben aslında onu Londra’da bindiği trenle yolda, elinde kesik eldivenleriyle bilgisayarında kitabını yazarken fotoğraflamak isterdim. Çünkü yeni romanını dört aydır Londra’da yazıyor. Bazen bir fırında bazen trende. Havalar ısınınca da yine yollara düşecek, karavana geçecek. Elindeki dantel eldiveni gösterip “Londra o kadar soğuk ki dışarıda, yolda yazarken elimde hep bu eldivenlerden var, yünlü olanlarından tabii” diyor.

Randevu yerimiz Maçka Swissotel’in önündeki çift katlı kırmızı otobüsü görünce “En azından Londra’yı hatırlatan bir şey önünde çekebileceğiz Elif Şafak’ı” dedim. Şafak hamurişi kokusunun ona ilham verdiğini söylediğinde de otelin içindeki gerçek kurabiyeden yapılma evi kestirdim gözüme. 

Şafak birkaç günlüğüne geldiği İstanbul’dan Londra’ya, 2010 Marka Konferansı’nda aldığı Marka Ödülü ile dönecek. Şafak ile Doğan Kitap’tan çıkan, köşe yazılarının yer aldığı yeni kitabı “Firarperest”i, Eyüp Can’la evliliğini, hazırlık aşamasındaki romanını konuştuk.  



* Kitabın içinde Firarperest adını taşıyan bir yazı yok. Neden bu adı koydunuz?

Çünkü hemen hemen her bir yazının içinde firari bir hava var. Kitabın dokusuna çok uygun düştüğünü düşündüğüm bir isimdi. Bu kelimeyi edebiyata mal ediyorum, edebiyatın ve sanatın firarperest olduğu kanısındayım. Gündelik hayatımız o kadar çok tekrarlara dayalı ki, sanat hep bunların içinde firar yolları açmaya çalışıyor. Sanatçı da buna aracı oluyor. 


* Sizin yeni kitabınızı Londra’da yazdığınızı hesaba katarsak size de bir firarperest diyebilir miyiz?

Elementlerimden biri firarperestlik. Mayamda, yapımda var. Hep böyle bir gitme ve yollarda olma arzusu duyuyorum. 


“Seyyahlık beni besleyen bir şey. Zihnim daha açık oluyor”

* Annelik ve evlilikle bu firarperestlik hali çakışmıyor mu?

Yerleşik hayatı, aile hayatını, evliliği ve anneliği bununla dengelemek açıkçası kolay olmuyor. Bazen zorlanıyorum. Bazen de dengeleyebiliyorum. Çok mutlak formülleri yok bu işin. Ama şunu biliyorum ki, ben uzun süre aynı yerde kalamam. Hareket etmem lazım. Pek çok yazar arkadaşımız yazarken bir düzeni olsun istiyor. Bende zinhar öyle bir şey yok, tam tersine o duygu bana çok yorucu geliyor. Bir gün odada yazarım, bir gün trende ya da vapurda. Aklıma eser bir fırına girer, orada devam ederim hikayeme.


* Fırından çıkan hamur kokusu mu ilham veriyor size?

Evet. Ekmeğin enerjisi çok güzel! Hakkını vererek yemek yapmayı bilen pek çok insanın enerjisinde bir yumuşaklık, doğallık vardır. Bunun bir tesadüf olduğuna inanmıyorum. 

* Fırın fırın dolaşacağınıza bir ekmek makinesi alsanız evinize ya da küçük bir fırın yaptırsanız mutfağınıza... Olmaz mı?

Ekmek makinesi beni kesmez. Gerçek bir fırındaki çalışma ahlakı, iş temposu, onun kenarına ilişmek... Toplumdan, sokaktan, gündelik hayattan kopuk bir yazım tarzını tercih etmiyorum. Yazarlık zaten doğası gereği çok yalnız bir iş. Bunu yaparken illa ki kendimi insanlardan iyice koparmam gerekmiyor. Ben insanları dinlemeyi, gözlemlemeyi seviyorum.  

* Kitabınızda “Yollarda özgürleşiyorum. Romanlarımın ilk satırlarını hep  yolculuklarda yazarım” diyorsunuz. Seyyahlık mı besliyor sizi?

Seyyahlık beni besleyen bir şey, evet. Galiba zihnim, kalbim daha açık oluyor, daha çok ilham buluyorum. Bir havaalanında üç gün oturup gelen geçen insanları seyrederek yazabilirim. Yola çıkan insanların aileleriyle vedalarını izlemek, farklı kültürlerden gelen insanların yollarının nasıl kesiştiğini ya da kesişemediğini görmek... Bunlar bir romancı için çok ilham verici. Hiçbir kitabımı başından sonuna kadar aynı yerde, aynı mekanda yazmadım. 

* Londra’da karavan kiralayıp dolaşa dolaşa kitabınızı yazmayı istediğinizi söylemiştiniz. Yola çıktınız mı?

Henüz değil. Yapacağız inşallah. Çok soğuktu. Annem ve çocuklar da benimle gelecek. Havaların biraz ısınmasını bekliyoruz. Hareket halinde yazıyorum ama İngiltere’de. Mesela Londra’dan biniyorum trene üç saat kuzeye gidiyorum ve dönüyorum. Trende olma hali bana iyi geliyor, neden böyle bilmiyorum.

* Her ne kadar Londra’da iki çocuğunuza anneniz göz kulak olsa da yazıya odaklanmayı nasıl başarıyorsunuz?

Annem sağ olsun çok ilgileniyor, arkadaşlarım da var orada. Ama ben de ilgileniyorum. Londra’da zamanımı yazıya ve çocuklarımı büyütmeye ayırıyorum. Ben de bebekliğimden beri çok seyahat ettim, farklı şehirlerde yaşadım. Ve bu bana zenginlik kattı. Umarım çocuklarıma da katar. Onlar varken yazıya odaklanmak bazen zor oluyor ama ben zaten kütüphane gibi bir ortam aramıyorum çalışırken. Sesler konsantrasyonumu bozmaz. Geceleri de çok yazıyorum, “Aşk”ı da öyle yazdım, tüm aile uyurken...

* Yazmayı sürdürdüğünüz romanınızla ilgili birkaç ipucu verir misiniz?

1970’lerde geçiyor. Türkiye’den İngiltere’ye giden göçmen bir ailenin hikayesini anlatıyorum. İlk defa bu romanda erkek karakterlerin üzerinde duruyorum, daha çok erkek kahramanları düşünerek yazıyorum. Belki erkek çocuk annesi olduğum için böyle gelişti. Son iki-üç yılda erkekleri daha çok gözlemlemeye başladım. Daha önceki kitaplarımda hep kadın karakterler ağırlıktaydı, onu bu romanla kıracağım. Kitaptaki erkeklerden biri çok ön planda, bu kez başrol bir erkeğin. Çok kalp kırıyor. Bir futbol takımının fanatik taraftarı aynı zamanda. O karakteri yaratırken futbol hakkında kitaplar okuyorum, bu yüzden ilk kez oturup futbol maçı da izledim. Daha önce hiç izlememiştim. 



“Puslu Kıtalar Atlası’ kitabını acayip kıskandım”

* “Firarperest”teki yazılarınızdan birinde diyorsunuz ki: “Her yazar kıskançtır, kendi dışındaki yazarlara gıcık olur. En sevdiğimiz yazarlar ölü yazarlardır.” Siz hangi yazarı kıskandınız? Lütfen Türk bir yazar ismi verin ve lütfen yaşıyor olsun (!)

Edebiyatta, sanat ortamında maalesef haset çok var. O yüzden özellikle belirtmeliyim ki haset değil kıskançlık duyduğum yazarlar, okuyup kapattığımda “Ufff” dediğim kitaplar var tabii. Mesela İhsan Oktay Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası”nı okuduğumda acayip kıskanmıştım. “Bu kitabı keşke ben yazabilseydim” dedim çünkü çok beğendim. 



“Bir yanım göçebe ama yerleşik hayattan keyif alan bir yanım var”

* “Bence devremülk bile almamalı insan. Nereden biliyorsun her sene, her 10 Temmuz-10 Ağustos arasını şu koskoca dünya üzerinde gidip gidip hep aynı noktada geçirmek istediğini?” diye yazmışsınız. Ama çocuklar yazlıkları sever. Her yaz aynı arkadaşların orada olacağını bilirler... 

Bu benim en büyük çelişkim. Bunu dengelemekte zorlanıyorum. O yerleşik hayatın, aile düzeninin gerektirdiği birtakım gereklilikler var. Benim yapım buna uymuyor, o yüzden güç benim için. Çocuklar söylediğiniz gibi bu tip tekrarları, aynı yere gitmeyi seviyor. Oysa aynı yere gitme fikri benim ruhumu boğuyor. Benim bir yanım daha deli, daha göçebe, daha kaçık. Ama benim içimde de yerleşik hayattan keyif alan bir yan varmış. Bunu görmek bana iyi geldi. İlk doğumdan sonra 10 ay boyunca yaşadığım post-natal depresyondan, “Siyah Süt”ü yazma sürecimden çok şey öğrendim. Çünkü kendi içimdeki çoğullukla barışmamı sağladı o dönem.

Bu arada, ben tatilden pek hoşlanmıyorum. Denize girip çıkayım ve kaybolayım. Deniz kenarı, güneş, o rehavet... O atalet duygusunu sevmiyorum, afakanlar basıyor. Tatile gittiğimizde etraftakiler benim deli olduğumu düşünüyorlar. Ben en gölge yerde, siyahlar içinde kitabıma çalışıyorum. Bana acıyarak bakıyorlar. Tatilde de çalışıyorum diye. Halbuki beni anlamıyorlar, yazarlık benim için bir iş, bir kariyer değil. Bu benim hayatım. Ben böyle nefes alıyorum. Yazarak... 


“Sinan, Serdar, Sertab ve Nil’le dostluğumuzun zamkı kuvvetli”

* Sinan Çetin, Serdar Erener, Nil Karaibrahimgil, Sertab Erener yakın arkadaşlarınız. Bu kadar ünlü bir araya gelince ne yapıyor? Kutu oyunu mu oynuyor, DVD mi izliyor? Gündemi mi tartışıyor?

Birbirini seven bir arkadaş grubu ne yapıyorsa biz de onu yapıyoruz. Sohbet ediyoruz, yemek yiyoruz, film izliyoruz, müzik dinliyoruz. Bazen herkes ürettiği işi paylaşıyor. Unvanlar üzerinden değil, dostluklar üzerinden yürüyen bir ilişkimiz var. Birbirlerini didikleyen, birbirine kötü enerji veren bir grup değiliz. Tam tersine herkes yapıcı, pozitif. Zamkı kuvvetli bir dostluk bizimki. 



“Yıkanmadan  üç hafta geçirebilirim”

“Her kitabımı kendi bedenimi yıpratarak, ihmal ederek yazdım. ‘Pinhan’ı yazarken ana gıdam kahve ve sigaraydı. ‘Mahrem’de sigara ve çubuk kraker. ‘Araf’ta yeşil elma ve sigara. Sigarayı hamileyken bıraktım. Londra’da yeni romanımı yazarken baş ucumda İngiliz çayı, kahve, leblebi, çubuk kraker var. Her kitabımda ya kilo veririm ya da alırım çünkü yeme-içme düzenim etkilenir. Annelik biraz bunu dengeledi. Normal olmanız lazım, çocukların normal bir örnek görmeleri için... Bana kalsa hiç yıkanmadan, aynı pijamayla oturarak üç hafta geçirebilirim.”



“Kendimi marka olarak görmüyorum”

“Marka 2010 Konferansı’nda Marka Ödülü’nü aldım ama kendimi marka olarak görmüyorum. Hikaye anlatıcı olarak görüyorum. ‘Pinhan’dan bu yana 15 yılda, genişleyen bir okuyucu kitlesiyle edebiyat yolculuğunda adım adım ilerledim. Bu ödül de bu birikimin sonucu olsa gerek.  Kilit nokta yaptığın işi aşkla yapmak... Bu yolda beni okurların takdir etmesi, ödüller büyük onur. Onlar bana bir ilham, bir rüzgar veriyor.” 



“Ensemde bir çengelli iğne olduğuna inananlar vardı”

* “Ünlüler hakkında hep efsaneler vardır ama efsaneler genelde eksik ve yanlıştır” cümlenizi hatırlatarak sorayım: Sizin kendiniz hakkında duyduğunuz en komik ve gerçek dışı şehir efsanesi neydi? 

Tasavvufta çile çekmek önemli olduğu için benim ensemde bir çengelli iğneyle dolaştığıma inananlar vardı. Ve bu yüzden bir dönem fular takıyormuşum. Saklamak için... Bunu uyduranların hayal güçleri amma genişmiş. 

* Evliliği gül bahçesine benzetiyorsunuz. Kocanız Eyüp Can ile aranızda kilometreler varken sizin bahçeniz ne durumda şu son günlerde?

Evlilik kolay bir müessese değil. Güzel ama dikenli. Hele de iki taraf da yaratıcı bir iş yapıyorsa, yoğunsa ve kendilerine has bir iç dünyaları varsa daha da zor oluyor dengelemek. Eyüp ile benim yapılarımız çok farklı ama birbirimizi evliliğimiz süresince çok değiştirdik. Şu an bahçemiz hasret içinde. Türkiye-İngiltere arasında gidip geliyorsak da hasret zor iş. İlişkiyi monotonlaştırmıyor bir yandan ama. Bu dengeyi iyi tutturmak kaydıyla tabii. Çünkü aşırıya kaçtınız da mı ilişkide kopukluk yaşanır. 

* Kocanızın Radikal’deki ilk köşe yazısında eski sevgilisinden bahsetmesi canınızı yaktı mı?

İçime oturdu. Yazıyı yazacağını hiç bilmiyordum. Benim için tam bir sürpriz oldu. Konu yabancı değildi, daha önce anlatmıştı bana ama bunu yazıya dökmesi acayip şaşırttı beni, kıskandım. Çok hayatın içinden, samimi ve dürüst bir yazıydı. Açıkçası şunu da kabul etmek lazım: Her evliliğin içinde eski aşkların hayaletleri dolaşır. Herkesin bir geçmişi var, o geçmişte gönlünün aktığı mecralar var. Bunu olağan karşılıyor, bunları samimiyetle paylaşabilmek gerektiğini düşünüyorum. Yazıyı da çok sevdim. Farklı dinlerden gelen insanların birbirini sevebilmesine saygı duyuyorum. 

 

Milliyet Pazar

19 Aralık 2010

 

İzlenme : 6939
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us