. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
El insaf!

 

Türkiye´nin en çok okunan kadın yazarı Elif Şafak, son romanı İskender´le yine büyük bir başarı yakaladı. Ama bu başarının keyfini çıkardığı söylenemez. Çünkü İskender´in kapağıyla başlayan tartışmalar, romanda intihal yapıldığı iddiaları derken yine bir bardak suda fırtınalar koptu. O ise bu fırtınalar karşısında okuyucusunun sakin limanına sığınıyor ve sadece ´El insaf!´ diyor...

 

Elif Şafak´la yeni romanı İskender´i konuşmak için bir araya geldik. En acımasız eleştiriler karşısında bile sakinliğini ve zerafetini koruyabilmesine şaşırarak ayrıldık yanından.

İskender´i, geç bitsin diye bile isteye verdiğim bazı aralar dışında bir solukta okudum. Siz ne kadar zamanda yazdınız?

Toplam bir buçuk senemi aldı. Bunun ilk zamanları sadece araştırmakla, notlar almakla geçti. O dönemin ruhunu daha iyi anlayabilmek için 70´ler üzerine okudum, göçle ilgili kitaplar okudum. Ondan sonra yazma süreci on ay sürdü.

Tası tarağı toplayıp İngiltere´ye gittiniz İskender´i yazmak için. Yanınızda neler götürdünüz?

Annemi ve çocuklarımı...

Çocuklar neden babayla kalmadı? Yazar da olsa fedakarlık hep anneye mi düşüyor?

Eyüp için de çok yoğun bir dönemdi. Buna rağmen her ay düzenli olarak geldi, kaldı. Yani o anlamda bir kopukluk olmadı. Ama ne yalan söyleyeyim çocukların anneyle olması daha doğru geldi bana.

Aşk´ı yazarken kenarındaki etleri yolmaktan tırnağınız düşmüştü. İskender´de de var mı böyle bir konsantrasyon?

(Gülüyor) Ya farkında olmadan o kadar hırpalıyorum ki kendimi. Bunları gene yaptım. Bazen kendi kendime konuşuyorum. Bir kere yolda giderken bir şey okuyordum ve düştüm. Bunlar oluyor.

Kapakta bir erkek olarak yer almanız bir satış stratejisi mi? Yani tartışılsın diye mi yapıldı bu kapak?

Ben kapağın sunumuna önem veriyorum. Bu edebiyattan uzak bir kaygı değil. Ama bu kapağın tanıtımla bir ilgisi yok. .Bunu anlayabilmek için romanı okumak lazım. Bana göre bu kapak birden fazla şeye göndermede bulunuyor. Birincisi; ben bir buçuk senedir her gün İskender olmak nasıl bir şey bunu düşündüm. Yazarken İskender´leştim. Dolayısıyla kapak buna gönderme yapıyor. İkincisi; edebiyat kendini bir başkasının yerine koyabilme sanatıdır zaten. Ona gönderme yapıyor. Üçüncüsü ve belki en önemlisi de erkekliğin inşasında kadının rolüne dikkat çekmek... Dolayısıyla kapak, ´Erkek sureti gördüğünde, onun içindeki kadını da gör´ diyor. Çünkü İskender´i İskender yapan Pembe aslında. Yani annesi.

İskender´de kadınlık, erkeklik, ırkçılık, göçmenlik, Kürtlük, Türklük, birçok hal var. Bu kadar hal içinde boğulur giderim, karakterlerim derinleşemez diye korkmadınız mı?

Yok aslında ben hiç mesaj vermek yanlısı değilim. Okurla beraber bir hikaye kuruyorum. Bütün bu saydığınız şeyler, zaten hikayenin içinde vardı.. Ama bir tek şeyi özellikle önemsedim. Kadına yönelik şiddeti anlamak istedim. Çünkü ben bu konudan çok büyük üzüntü duyuyorum. Ve şuna da inanıyorum ben, İskender´i, İskenderler´in nasıl yetiştiğini anlamadan biz bu meseleyi çözemeyiz.

Erkeklerin hamurunu yoğuran yine kadınlar mı yani? Oğlan çocuklarımızı nasıl yetiştiriyoruz? Hakikaten eşit davranıyor muyuz?

Çünkü bence her can bu dünyaya kendi renkleriyle ve fıtratıyla gelir. Ona saygı göstermek, onu bir birey olarak almak bence yaradılışa da saygı göstermek demek. Türkiye´de Esma gibi çok fazla kız çocuğu var. Bu kız çocukları, annelerinin ağabeylerine nasıl ayrıcalıklı davrandıklarını görerek büyümüşler. Onun için Esma´nın sesini duymak benim için çok önemliydi bu romanda.

Bu kitabı okurken toplumdaki koşullandırılmaları açısından erkekler işinin de zor olduğunu farkettim...Ne dersiniz?

Ben bu sorduğunuz soruyu o kadar önemsiyorum ki. Tabii ki erkek egemen sistemde kadının durumu hiç kolay değil. Ama erkek olmak da hiç kolay değil. Çünkü o verilmiş erkeklik kalıbına uymazsanız ya alay konusu oluyorsunuz ya da eleştiri alıyorsunuz. Mesela Adem sırf etraf ne der dediği için sevdiği kadınla evlenemiyor. Bunun o kadar derin uzantıları var ki... Erkek de eziliyor yani.

İSKENDER KATİL Mİ YOKSA KURBAN MI?

İskender bir katil mi kurban mı size göre?

Zor soru...Çünkü çok iç içe. İskender çok inciten, etrafına çok müdahale eden bir insan. Ama aynı zamanda İskender´e de çok müdahale edilmiş, çok da incinmiş. Hem kaba hırçın hem de çok sırça bir yüreği var. Zaten işte o yüzden yumak gibi. O yumağı bütünüyle anlamak önemli bence.

Kitapta başkalarının laflarıyla hayatını çıkmaz bir sokağa götüren bir erkek çocuk var. Bizde çok yaygın ´Başkaları ne der´ sendromu değil mi?

Bu şekilde yaşamak hayatımızdan o kadar çok şey götürüyor ve bu o kadar yaygın bir durum ki. Sürekli başkalarının dedikodularını, zanlarını düşünmekten ve bu yüzden kendimizi kısıtlamaktan, kendi yüreğimizin ne fısıldadığını duymaya fırsatımız bile olmuyor. Kitapta da bu konuyu çok önemsedim. Çünkü bütün hayatımızı etkiliyor bu durum.

Yine ilk defa bu romanda bir erkeğin iç dünyasına bu kadar derin girmişsiniz.

Evet, doğru. Beni annem ve anneannem büyüttü. Etrafımda erkek figürü yoktu. Kadınların sözlü kültürünü, hayatlarını gözlemlemeyi severim... Geleneksel kadını da çok önemserim, eğitimli, bağımsız kadını da. Benim romanlarımda ikisi de vardır. Ama erkeği, erkekliği anlatmak anlamında biraz daha geri planda tutuyordum kendimi. İlk defa bu romanla bu kırıldı. Burada esas gayem aslında İskender´i anlamaktı. Ve oğlumun çok payı var bunda. Çünkü yazarken çok düşündüm acaba ben de aynı hataları yapıyor muyum diye.

Yapıyor musunuz peki? Mevcut kalıplar içinde oğlunuza farklı kızınıza farklı davranırken buldunuz mu kendinizi hiç?

Buna hakikaten dikkat ediyorum. Çünkü her çocuk birbirinden o kadar farklı ki. O yüzden birey olarak bakmaya özen gösteriyorum. Mesela kızlar pembe, oğlanlar mavi giyer gibi ayrımlara hiç uymadım. Hatta geçenlerde oğlum ablasına özenip tırnaklarını boyamak istedi. Bıraktım boyasın. Ama tabii ki bir de bizim dışımızda bir toplum var. İleride okula başladığında toplumsal normları da öğretmem lazım. Ama her ne seçerse seçsin onu yine seveceğimi hissettirerek büyütmek bana daha doğru geliyor.

BEN BİR PERGELİM

Tasavvuf kitapta Yunus ve Zişan aracılığıyla dönüştüren, değiştiren bir güç olarak yer almış yine...

Tasavvuf bence pasif bir öğreti değil, insanı dönüştüren bir yaşam felsefesi. Kitapta ilk olarak Yunus karakteriyle yer aldı. Yunus çok derviş gönüllü bir oğlan. Tek derdi anlamak. Onun için çok severek yazdım. Ama Zişan da çok önemliydi. Zişan´ı romana yayabilirdim ama bilerek tadında bıraktım. O herkese açık bir pencere. Oradan bakmak isteyen okur anlıyor zaten. Ama İskender gibi birinin Zişan´la tanışması önemliydi, içsel dönüşümü açısından.

Pembe yine kendi vatanında ölüyor. Gurbete yaşayan insanların hep bir köklerini arama durumu var değil mi?

Var var. Ben bunu çok yakından gözlemliyorum. 30 yıldır orada yaşıyor ama döneceği günü iple çekiyor. Vatan diye, sıla diye bir şey var. Ve hepsinden önemlisi gurbet diye de bir duygu var ki o kolay kolay geçmiyor.

Siz aidiyet bakımından köklerini özleyen Pembe misiniz yoksa hiçbir yere ya da her yere ait Elias mı?

(Gülüyor) Zor soruyorsunuz...Ben Hz. Mevlana´nın bir başka bağlamda kullandığı pergel benzetmesini çok seviyorum. Bu ne demek? Pergelin bir sabit ayağı var. O ayak İstanbul´da. O sabit, değişmeyen bir sevda ve tutku benim için. Ama pergelin öbür bacağı sürekli çemberler çiziyor. O gezgin, göçebe bacak.

BU BENİM ALINTERİM

Son dönemlerde aydın sorumluluğunuzu yerine getirmediğiniz konusunda da eleştiriler aldınız Hatta Baba ve Piç´ten sonra yaşadıklarınızın sizi korkuttuğunu söylüyorlar. Korkuyor musunuz gerçekten?

Aslında bir sürü şeyi söylüyorum ben. Gazetede yazılarımda da yazıyorum. Ama benden beklenen kavgacı bir üslup ise ben buna girmem. Bu bir tercih. Çünkü ben bunu sevmiyorum. Aleyhime ne yazılar yazılıyor. Daha geçen hafta ulu orta bir sürü çamur atıldı. Ama ben bunlara cevap verirken bile işi şahsileştirmedim. Benim duruşum bu.

En çok okunan kadın yazarsınız ama keyfini çıkaramıyorsunuz galiba. Neden bu kadar üzerinize geliyorlar?

Aslında size bir şey söyleyeyim mi okurum beni o kadar mutlu ediyor ki... Biz bazen elit kesimin içerisinde yaşanan küçük tartışmaları, bütün Türkiye´de yapılan tartışmalar zannediyoruz. Halbuki böyle değil. Bence Türkiye´de kültürel elit, halktan daha tutucu, daha önyargılı olabiliyor. Oysa okur sadece kitabı okuyor. Eğer o kitabı sevmişse teyzesine, ablasına veriyor, Almanya´daki kuzenine gönderiyor. Ve bu tartışmalarla da hiç ilgilenmiyor. Eleştiriye her zaman kıymet veririm. Ama kitap eleştirisi olursa. Şahsa yönelik iftirayı, dedikoduyu duymayacağız. Çünkü duyarsak ve ciddiye alırsak, Türkiye´de yeni hiçbir iş yapamayız. Birbirimizi dibe çeker dururuz.

Tam da bu iftira konusuna gelmişken intihal iddialarına ne diyorsunuz. Siz İnci gibi Dişler´i okudunuz mu. Etkilenmiş olabilir misiniz gerçekten?

Hiçbir alakası yok. Son on gün içinde aslı astarı olmayan o kadar laf işittim ki. Önce benle söyleşi yapan gazetecilere Ipad verdiğim söylendi. Kitapla beraber promosyon dağıttığımız yazıldı çizildi. Kitabın kapağının çalıntı olduğu yazıldı. Son olarak da kitabın içeriğinin çalıntı olduğu yazıldı. El insaf...! Bu roman İngiltere´de İngilizce yazıldı. Ben dünyanın en köklü edebiyat ajanslarından biriyle çalışıyorum. Satır satır okudular bu romanı.. İngiliz yayıncım okudu, Amerikalı yayıncım keza. Mümkün mü böyle bir şey? Diyorlar ki orada da göçmen var, burada da; orada da ikizler var burada da, orada da camdan bakınca ayak görüyorlar burada da. Böyle edebiyat eleştirisi olmaz. Böyle bakarsanız onlarca ortak tema bulursunuz kitaplar arasında. Ben kimseye şahsi hiçbir cevap vermiyorum. Bir tek okuruma şunu söylüyorum. Bu benim 11´inci kitabım, 8´inci romanım. Bu benim alın terim, hayal gücüm. Türkiye´de iftira etmek, insanın emeğine çamur atmak bu kadar kolay olduğu için de üzüntü duyuyorum.

En son ne zaman hüngür hüngür ağladınız. Çünkü söylenenlere bazen gülüp geçiyorum, bazen hüngür hüngür ağlıyorum demişsiniz...

(Gülüyor) Ya bazen hatta çoğu zaman üzerinde durmuyorum. Çünkü okurlarımdan öyle mesajlar alıyorum ki....Hapishanelerden, kasabalardan, doğudaki öğretmenlerden, Almanya´daki işçilerden, Karadeniz´den, Konya´dan...Benim okurlarım arasında kulağı küpeli gitar çalan delikanlılar, liberaller, Kemalistler, muhafazakarlar, başörtülü kadınlar var. Genci yaşlısı, gelenekseli, eğitimlisi şimdi ben bu sevgiyi muhabbeti görüp de bundan nasıl duygulanmam. Nasıl ağlamam. Öyle ağlayalım. Çok daha iyi.

Eyüp gibi bir babam olun isterdim

Kitapta yine en derin yaralar ailede açılır diyorsunuz? Bu bir aile eleştirisi mi?

Bu hayatta gerçekten en çok sevdiklerimizi incitiyoruz. Kitapta sevginin bu karmaşık hallerine bakabilmek istedim. Onun için aileyi anlamak benim için önemliydi. Aynı evin içinde yaşıyoruz, bir sofrada oturuyoruz, bir ekmeği paylaşıyoruz. Fiziksel olarak bu kadar yakınken nasıl bu kadar uzak düşebiliyoruz? Beraber televizyon izliyoruz, 3-5 laf ediyoruz ama hakikaten konuşuyor muyuz? Ailede ilişkiler alışkanlıklar ve tekerrür üzerine gidiyor. Derinleşmiyor. Onlara biraz dikkat çekmek istedim. Kisveler, roller var üzerimize giydirilen. Aman kimse kırılmasın, bu kayık sallanmasın diye devam ediyoruz. Ama bence bu zarar veriyor. Ben aileyi çok önemsiyorum ama bence aile kolay bir kurum değil. Daha çok emek sarf edilmesi gerekiyor.

Sizin de belki de en derin yaranızı babanız açtı. Hala sorunlu mu ilişkiniz?

E bu böyle bir şey. Ben bunu herhangi bir öfkeyle, sitemle söylemiyorum. Ama dürüst bir şekilde söylüyorum. 40 yaşıma geldim ve çoook çok az görüşüyoruz. Ama mesela çocuklarımla görüşmek istediğinde her zaman kapım açık. Çünkü çocuklarım benden bağımsız bireyler. Kendi, hikayemin onların hikayesini gölgelemesini istemiyorum. Onun için güzel bir dede-torun ilişkisi kurabilirlerse buna memnun olurum.

Hiç konuştunuz mu bunu?

İnanın, farklı mevsimlerden geçtim kendi içimde. Duruma üzüldüğüm, kızdığım dönemler oldu Ama gördüm ki bu böyle benim hayatımda. Hakikaten kabul ettim. Sitem yok, öfke yok. Sadece boşluk... O bir yokluk. Bazı şeyler de yok hayatımda. Bunun da hayatımızda bir nedeni var belki.

Çocuklarınızın babalarıyla ilişkisinin sizinki gibi olmamasını, en çok yaşadığınız hangi duygudan dolayı istiyorsunuz?

Ya ben babasız büyüdüm. Dramatikleştirmek de istemiyorum ama bence bir çocuğun hem annesiyle hem babasıyla, güzel, yakın, candan bir ilişkisinin olması çok kıymetli bir şey. İnsanlar evlenebilirler, boşanabilirler. Ama çocuklarıyla kurdukları ilişki başka bir ilişki. Bunlara bence dikkat etmek ve yansıtmamak lazım, o boşluk olmasın diye hayatlarında. Ama zaten Eyüp o kadar candan bir baba ki, bu beni çok mutlu ediyor. Bazen ´Keşke benim de böyle bir babam olsaydı´ diyorum işin doğrusu...

Çok şükür evliliğimde bir problem yok

Elif Şafak aldatıldığına ve boşanacağına ilişkin basında yer alan haberlerin de asılsız olduğunu söylüyor. ´Bir sabah kalkıyorsunuz ve böyle bir şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Hep dedikodu yapmayı ve zan üretmeyi seven zihniyetin ürünleri bunlar. Başkalarının hayatına çamur atan insanlara hayret ediyorum. Çok şükür evliliğimde bir sorun yok´ diyor.

 

RÖPORTAJ: ARZU AKYOL

 

yenişafak 

 

 

İzlenme : 7068
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us