. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
“Kadının kadına ettiğinden çok korkacaksın”

 

"Kadının kadına ettiğinden çok korkacaksın"

Pinhan, Şehrin Aynaları, Mahrem, Bitpalas ve Araf adlı romanların yazarı Elif Şafak, sadece bir romancı değil. ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdikten sonra, Kadın Çalışmaları alanında master yapan; tezini ‘Bektaşi ve Mevlevi Düşüncesinde Döngüsel Evren ve Kadınsılık Anlayışı’ üzerine yazan, doktorasını ise Siyaset Bilimi alanında yapan Şafak, üç yıldır Amerika’daki çeşitli üniversitelerde, Kadın Çalışmaları, Ortadoğu, İngiliz Edebiyatı ve Hafızanın Politikası gibi konularda dersler veriyor.

Bu yıl da yardımcı doçent olarak Arizona Üniversitesi’nde ders verecek. Sonbaharda yeni romanı da geliyor: Araf gibi İngilizce yazdığı ve şu sıralar Türkçe’ye çevrilen roman, dört kuşak İstanbullu bir ailenin, daha çok kadınlarının hikayesini anlatıyor. Feminist bir kitap bu, öyle ki neredeyse tüm kahramanlarını kadınlar oluşturacakken, yeni evlendiği eşi gazeteci Eyüp Can’ın ‘alınması’ nedeniyle bir iki erkek karakter eklemiş! Ama aynı zamanda yıllardır alışık olduğumuz milliyetçi kodlara karşı da oldukça ağır eleştiriler getiriyor. Hayatı boyunca, bulunduğu, yaşadığı her yerde ‘şimdilik buradayım’ duygusuyla yaşayan, yani bir çeşit göçebe olan Şafak, Türkiye’de en son, solcu ve feminist bir yazar olarak, muhafazakar kesimden gelen Referans Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can’la yaptığı evlilikle gündeme geldi. Pek çok insan, bu ‘buluşma’ya şaşırdı. Elif Şafak’la, bu şaşırmalar, bir araya gelememeler, Türkiye’deki edebiyat ortamında yaşanan kamplaşmalar, çekişmeler, kıskançlıklar ve özellikle kadınların kadınlara yaptıkları üzerine konuştuk.

Bir Türk erkeğiyle evliyken nasıl göçebe olunuyor?

- Zor oluyor. Ama ben Eyüp’ün uzaylı olduğunu düşünüyorum. Türk değil o. Benim orada yaptığım işe saygı duyuyor, bir yazar olarak bana saygı duyuyor. Göçebelik yaptığım değil, olduğum şey, bir hayat tarzı. Bir yerde sürekli kalmaktan çok sıkılıyorum. Havaalanları, tren istasyonları benim için daha olağan yerler. Daha anarşizan, kaotik bir yanım var. Durmak kadar ürküten bir şey yok beni.

Akademisyenlik ve yazarlık, iki farklı ülke. Arada başka ülkelere gidiş gelişler. Bölünmüyor musunuz?

- Türkiye’de iki başlığın varsa, birden fazla alandan besleniyorsan burada biraz şüpheyle bakarlar. Romancıysan romancılığını yap kardeşim, otur evinde yaz derler. Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerde uzmanlaşmak esastır, disiplinlerarası çalışmalara da çok açık değildir bu alanlar. Hele ki akademiyle sanat arasında gidip gelen bir zihniyete hiç açık değildir. O açıdan Türkiye’de işim zordu. Amerika’da ise hem akademisyen, hem de yazar olmak bir artı puan. Birçok insana akademiyle yazarlık bambaşka şeyler gibi geliyor, ama benim için bunlar bir çember. İkisi birbirini besliyor. Sonra, romancılık tehlikeli bir uğraş. Egoyu çok besliyor. Tek başına çalışıyorsun ve yarattığın karakterlerle uğraşıyorsun.

Tanrı katına çıkıyorsun...

- Kendini tanrılaşmış hissediyorsun ve hayatın merkezinde, olayların üzerinde görmeye başlayabiliyorsun. Onun için roman biter bitmez romancının hemen oradan uzaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Git marangozluk yap, bahçe çapala, sana faniliğini, sınırlarını hatırlatan bir şey olsun ki dengelen. O anlamda akademi beni dengeliyor. Çünkü ben o tanrılaşma sürecinden sonra, egom gayet şişmiş vaziyette akademiye yöneldiğimde öğrenmenin sonu olmadığını görüyorum. Bu egomu aşağı indiriyor. Ama egoya esas haddini bildiren şey benim hayatımda, tasavvuf.

YAZIDAN ZİYADE YAZAR KONUŞULUYOR

Bir oradasınız bir burada. İçinde misiniz Türk edebiyat dünyasının, dışında mı?

- Hem içindeyim, hem dışında! Biraz da böyle olsun diye Amerika’ya gitmeye karar verdim. Burada boğucu bir ortam var diye kendimi dışarı attım. Ama şu da var; biraz dışarı çıkayım da dışarıdan bakayım kendime, dedim.

Neden kaçtınız, neydi size boğucu gelen?

- Türkiye’de yeni bir romancı çıktığı ya da bir romancı yeni bir kitap yazdığı zaman diğer romancılar bundan çok rahatsız oluyor. Birbirimizin eserlerini okumuyoruz, desteklemiyoruz, hakkında yazmıyoruz. Fazla hareketlilik yok. Çok yerel, daha çok İstanbul’da, İstanbul’da da birkaç semte odaklanmış, sınırları çizilmiş bir kültürel elit var. Ve bu kadar dar olduğu, az sayıdaki şahıs da bu kadar ön planda olduğu için ve de yazıdan ziyade yazar konuşulduğu için oluyor bunlar. Keşke daha çok edebiyat eleştirisi olsa. Yazar ne yazdığını pek bilmez, benim üçüncü bir göze ihtiyacım var. Olumlu ya da olumsuz, önemli değil. Ama olmuyor. Ve öyle yazarlar da var ki bundan keyif alıyor. Kral ve kraliçe olmak çok kolay.

Yeni bir kitap çıktığında neden rahatsız oluyorlar? Kıskanıyorlar mı yani?

- Kıskançlık çok var. Farklılığı sevmiyoruz, başarıyı sevmiyoruz. Bir insan üretkense, aman çok hırslı derler. Hırs kelimesi bizde olumsuz bir mana taşır. Hakaret gibi. Tamah etmemek, verilene şükretmemek, daha fazlasını istemek, sorgulamaktan hoşlanılmıyor burada. Haddini bilmemekten! Ama sanat haddini bilmemek demektir. Tabii ki haddini bilmeyeceksin. Haddini bilmek bir huduttur, önüne çizilmiş bir sınır. Tabii ki o sınırı sorgulayacaksın.

E sanatın en temel özelliği değil midir sınırları zorlamak? Ve sanatçılar mı bundan rahatsız oluyor?

- İronik evet. Türkiye’deki kültürel ortam sanatçıyı yıpratan bir dokuya sahip olduğu için her yıpranan, ben çok yıpratıldım bari başkalarına da aynı şeyler olmasın, diyeceğine, tersine o da yıpransın, bedel ödesin, diyor. Özellikle kadın yazarlar bunu çok yapıyor. Çünkü onlar daha farklı, fazladan bedeller ödüyorlar. Özellikle birkaç kuşak öncesi kadınlar, onlara çok saygım var, başka türlü mücadeleler vermek zorunda kaldılar. Ama beklerdim ki kendilerinden sonraki kuşaklardaki kadın yazarlara biraz daha sempatiyle, saygıyla baksınlar. Ama öyle değil.

Geçmişinde şiddete maruz kalanların, daha çok şiddet uygulaması gibi...

- Mazlum zalim olur!

Peki en çok kim kime yapıyor; yaşlılar genç kuşağa mı, erkekler kadınlara mı, kadınlar kadınlara mı?

- Kadının kadına ettiğinden çok korkacaksın! Annem 1970’lerin başında boşanma kararı aldığında, onu durdurmaya çalışanlar hep akraba, komşu kadınlardı. Düşünüyorum, bir kadının mutsuz giden evliliğini sürdürmesine çalışanlar kendi evliliklerinde mutsuz olanlardır. Edebiyat dünyasında da aynı durum var. Peki biz toplumsal değerlerin ötesinde insanlarız değil mi? Hiç öyle değil, aynı şeyleri içselleştirmiş durumdayız. O anlamda ne sol entelijansiyanın bunlardan ayrıldığını, ne de mesele cinselliğe, cinsiyetçiliğe geldiğinde solla sağın birbirinden ayrıldığını düşünüyorum. Herkes herkesin ürününü okusa, bir çember olur her şey akar. Bizde akmıyor, her şey bloklar halinde. Solun ve sağın kendi ikonları var. Herkes kendi romancısını, şairini çıkarmaya çalışıyor.

KADIN İLLE DE BARIŞÇIL DE?İLDİR

Bir feministin ağzından ‘kadın kadının kurdudur’u duymak tuhaf...

- Ben feminizmi kadını idealleştirmek olarak algılamıyorum. ‘Kadın doğası gereği daha barışçıldır, eğer bu dünyayı kadınlar yönetseydi savaşlar olmazdı’ gibi şeylere inanmıyorum. Kadın siyasetçilere bakınca, erkeklerden daha devletçi, daha orducu olabildiklerini görüyoruz. Bir de kadınsılığını öldürerek kamusal alanda kendini varetmeye çalışan bir kadınlık durumu var, bu da çok ürkütücü. Çok daha sert, tahammülsüz, küstah oluyorlar. Bunun örnekleri siyasette ve akademide çok var, hoca tiplemeleri mesela. E bunun örnekleri edebiyatta da var! Biz kadınsılığı küçümseyen bir toplumuz.

Hani erkekler küçümseyince anlaşılır gibi oluyor ama kadınlar yapınca?

- İçindeki kadınsılığı öldürerek bir yerlere geldiği, saygı gördüğü için, başkalarında gördüğü kadınsılığa anında tepki veriyor. Bir erkek, bir erkek yazarı eleştiriyorsa orada da çiğ bir üslup var, ama bir kadın yazar eleştiriliyorsa, cinsel göndermeler de oluyor, kadının görünüşü, bedenine dair laflar da giriyor araya. Bunların bir edebiyat eleştirisinde ne işi var? Üslup değişiyor. Benim ağrıma giden diğer kadın kalemler de bundan rahatsız olmuyor. Biz birbirimizi o anlamda destekleyeceğimiz yerde, müstehzi bir ifadeyle, ‘iyi oldu’ diyoruz.

MUHAFAZAKAR ERKEK VE SOLCU KADIN NASIL BULUŞTU

Amerika’da nasıl karşılanıyorsunuz?

- Orada da size atfedilen bir rol var: Müslüman ülkede kadın olmanın zorluklarını, mesela töre cinayetlerini yazmanı bekliyorlar, o zaman el üstünde tutuyorlar. Amerika’da öyle bir beklenti var; kimliğin önden yürüyecek... Bense edebiyatım önden yürüsün istiyorum. Yazarlığı kendi hikayesini anlatmak olarak algılamıyorum. Bu nedenle tasavvuf, aşk ve edebiyat arasında bir bağ var; üçü de arayış, bir başka benliğe kavuşma arayışı.

O zaman Eyüp Can’la evliliğinize kimsenin şaşırmaması gerekiyor...

- Biz farklı ideolojik ortamlardan geliyoruz. O daha muhafazakar bir geçmişten, ben soldan. Ama beynim tasavvufa çok açıktır. O yüzden tam olarak nereye yerleştireceğini bilemez birçok insan. Eyüp’le çok fazla ortak noktamız var, sorularımız ortak, belki cevaplarımız her zaman aynı değil ama... En önemlisi birbirimizin farklılıklarına saygı duyuyoruz. Evliliklerde bence en büyük tehlike, karşındaki farklıysa onu törpüleyip kendine benzetmeye çalışmak!

Evlendikten sonra ne tür tepkiler aldınız okuyucularınızdan?

- Türkiye’de sana evvela kadın, sonra yazar olarak bakıyorlar. Mesela mektubunda, kitabınızı şöyle beğendim diye analiz yapıp, evlenme teklifiyle bitiriyor. Evlenince kesildi biraz. Bir de kadın okurlardan evlendiğim için çok sitemkar mektuplar aldım. Sizi bağımsız bilirdik, siz de mi, diyenler oldu.

SOL VE TASAVVUFU BULUŞTURMAK LAZIM

Türkiye’de tarih 1923’le başlamıyor, böyle demek kültürel muhafazakarlık olarak algılanıyor hemen. Laiksen dinle ilgin olmaması lazım çünkü. Kamplar var, ya o ya bu. Ben Türkiye’de üçüncü bir yol yaratmanın gerekliliğine inanıyorum. Bir sentez. Bir kere merak duygusu olmalı; önünden geçtiğimiz türbede kim yatıyor, şurada şu tarihte nasıl bir hikaye yaşandı. Ve empati yeteneği, bilmediğin hayatları, başkalarının acısını hissedebilmek için. Solla tasavvufu buluşturmak gerektiğine inanıyorum.  

 

 

Emel Armutçu, Hürriyet, 17 Temmuz 2005

 

İzlenme : 4795
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us