“New York’ta bir Türk taksi şoförü” yazımdan sonra öylesine cok mesaj ve mektup aldım ki, bahsettiğim problemin ne kadar yaygın, ne denli derine kök salmış olduğunu daha iyi gördüm.
Ben o yazıda, tek kız evladı hem türbanını takabilmek hem de üniversite eğitimi alabilmek istediği için onunla beraber gurbete düşen, Amerika’da taksi şoförlüğü yapan bir babanın hikayesini yazmıştım. Aldığım mektupların çoğu ise, ilginçtir, aileleri benzer durumlarda olan türbanlı üniversite öğrencilerinden geldi. Böylelikle babanın ya da ebeveynin acısından değil, kız evladın acısından da aynı hikayeyi yeniden düşünme fırsatım oldu.
Öncelikle itiraf etmeliyim ki mektupların geldikleri yerlerin çesitliliği şaşırttı beni. Amerika’daki Türklerin yaşamlarına daha aşinayım; ama bu mektupların hatırı sayılır bir kısmı Avrupa ülkelerinden, İsviçre’den, Avusturya’dan, Danimarka’dan, hatta Güney Afrika’dan ve Avustralya’dan idi. Dünyanın her yerine dağılmış benzer durumda nice aile.
Ama beni en çok etkileyen, aileleriyle beraber gurbete çıkan türbanlı genç kızların hüzünlü üslupları oldu. Kimileri makalemi okurken ağladıklarını ifade ettiler ve öyle şeyler eklediler ki mesajlarına, öylesine duygulu ifadeler, yazdıklarıyla beni de tarumar ettiler. Şunu anlıyorum ki, aradan üç, beş, kimi zaman yedi sene geçse de, lisans ve yüksek lisans bitirseler de, bir türlü dinmeyen bir hüzün ve adeta suçluluk duygusu hakim üzerlerine. Ailelerini yerlerinden, babalarını eski mesleklerinden, annelerini ailelerinden komşuluk ilişkilerinden etmenin verdiği suçluluk… Aileler her ne kadar bu yolculuğa bilerek ve isteyerek çıksalar da, anladım ki genç kızların içinde mühürlü o suçluluk duygusu, “benim yüzümden ailem köksüzleşti” kuruntusu…
Türkiye’de okuyan üniversite öğrencilerinden yahut muhafazakar kesimlerin içindeki genç kızlardan daha başka özellikler taşıyan apayrı bir grup genç kız yaşıyor ve beyin yetişiyor: Yurtdışında okuyan türbanlı Türk kızları. Mektuplardan gördüğüm bir başka nokta daha var. Kullandıkları imla, üslup ve içerik, alabildiğine iyi eğitimli bir grup. Ne ironik, yurtdışında yaşıyor olup da Türkçeyi Türkiye’deki pek çok yaşıtlarından daha iyi konuşuyor ve Türk edebiyatını, sanatını ve siyasetini daha yakından takip ediyor olmaları. Hepsi değil elbette; ama hatırı sayılır bir kısmı bir sentez yakalamış durumda. Karşıtları bünyesinde harmanlayan bir amalgam, ideolojilerin ve kültürlerin sentezi onlar çoğu zaman. Hikayeleri henüz yazılmadı, araştırmaları henüz yapılmadı. Onları yazacak kalemlerin de onların geçtikleri gurbet-sıla-aidiyet-yabancılaşma kavramlarına aşina olmaları gerek. Bu salt din-devlet ekseninde okunabilecek bir parametre değil.
Sanırım beni en çok duygulandıran, mektuplara düşülen yeşil erik özlemi oldu. İstanbul’a hasret, uzaktan…
22.05.2005