Bu hafta hem kitap turnesi hem de akademik bir dizi etkinlik kapsamında yaklaşık bir aydır bulunduğum Berlin’den İstanbul’a uçtum salı akşamı. Gelir gelmez televizyonlardan ve basından öğrendim ki ben bu vatanı arkadan hançerlemişim.
Öyle olmalıymışım, zira 26-27 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenecek olan; ancak son anda hedef gösterilerek engellenen o malum ve meşum konferansta ben de vardım ve eğer duyarlı siyasetçilerimiz tarafından son anda engellenemeseydi bu vahim hadise, muhakkak ki ben de, hani maazallah kendimi tutamayıp, çok sakıncalı laflar telaffuz edecektim. Ben daha cürüm işlemeden, olası mücrimliğim engellenmiş oldu böylelikle. Geleceği önceden görenler var neyse ki bu memlekette. ‘En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır’ demişti Nazım Hikmet. Şairdir, der elbet, metaforlar onun işi. Ama Adalet Bakanı Cemil Çiçek için durum farklı, metaforlar tehlikeli Meclis kürsüsünden haykırılıyorsa eğer. Onun dizesi: ‘En güzel ceza henüz işlenmemiş olan cürüme verilendir.’
Bizler daha konuşmadan, henüz etmediğimiz lafların ne denli tehlikeli ve hatta vatana ihanet içinde olduğuna karar verdi Adalet Bakanı Çiçek. Henüz düzenlenmeyen bir konferansta henüz sunulmayan akademik bildirilerin henüz tartışılmayan konuların henüz ağızdan çıkmayan lafların memlekete zarar vereceğine karar verildi. Metodolojik kestirme bu, siyasetin mütercimliğe bulaştığı kavşak.
‘İmparatorluğun, Son Yüzyılın Osmanlı Ermenileri’ konulu konferans son derece önemli ve çetrefil ama bir o kadar da senebesene kutuplaşmış, politikleşmiş, keskinleşmiş bir meseleyi akademik, bilimsel bir düzlemde tartışmalara açabilmeyi hedefliyordu. Ben orada Osmanlı son dönemin belki de en önemli Ermeni kadın yazarı Zabel Yeseyan üzerine bir konuşma verecektim. Zabel Hanım’ın hayatını eserlerini ve edebiyat-sanat-siyaset ilişkisinin ulusal ve bireysel kimliklerin biçimlenişinde oynadığı rolleri daha iyi anlayabilmek ve anlatabilmek için. Osmanlı son dönem yaşamış ve yazmış gayrimüslim aydınlar hakkında ne biliyoruz? Kaçımız kaç adet Ermeni yazar ya da düşünür ismi sayabilir? Matbaayı Müslümanlardan çok daha evvel kullanmaya başlayan Osmanlı Ermenilerinin neler yazıp okuduklarını merak etmiyor muyuz? Etmiyoruz elbette. Tıpkı tarihi zerre kadar merak etmediğimiz gibi; tıpkı her gün önünden geçip gittiğimiz bir eski Osmanlı mezar taşında ya da kitabesinde ne yazdığını merak etmediğimiz gibi, tıpkı değil beş yüz ya da üç yüz sene evvelini kendi ailelerimizin hikayelerini merak etmediğimiz gibi, tıpkı daralan ufalan kırpılan ve budanan kelime dağarcığımızdan tel tel çekip çıkartılan Osmanlıca kelimeleri merak etmediğimiz gibi. Ben kelimelerin dahi yasını tutuyorum, insan hayatının yasını nasıl tutmam? Modernleşirken merak duygusunu yitiren bir toplumuz biz, süreklilik duygusundan yoksun, olsa olsa anlık kaçamak yaşayarak günü kurtarmayı severiz, geleceğe dikili gözlerimiz. Yanlış anlamışız hikayeleri de, emirleri de. Lut kavmine söylenmişti o söz bize değil; Lut demişti ki karısına ‘Aman ha sakın arkana bakma yoksa taşlaşır, bir adet tuzdan heykelcik olursun.’ Karısı dinlemedi bu lafı baktı arkasına, geçmişine, taşlaştı. Biz niçin böylesine korkuyoruz arkamıza bakmaktan? Geçmişimizle yüzleşemediğimiz müddetçe bizler de yüreklerimiz de taşlaşıyor, katılaşıyoruz.
Adalet Bakanı Çiçek ‘vatanı arkadan hançerleyen’ bir küme aydının varlığından söz edip, bunları cezai işleme sokma yetkisinin olmamasına hayıflanırken belli ki ‘vatan’ tanımına bizi dahil etmiyor. Vatan nedense bizden ırak, orada bir yerde bekleşen ama illa ki yekpare bir topluluktan ve esasen soyutlamadan ibaret. Eğer bir gün düşünmeye ve düşüncelerini ifade etmeye kalkarsan anında dışlanıveriyorsun o tanımdan. Türkiye’de imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütle olduğumuz fikriyle büyüyen kuşaklar var. Bu öğretiyi içselleştirmiş insanlar, ister kendilerine sağcı desinler isterlerse solcu, her türlü farklılaşmayı ‘tehdit’ olarak algılıyorlar. Bu adeta bir refleks geçmiyor. Kürtlerle ilgili her türlü demokratik talep ‘memleketi bölmek’ adına, başörtüsüyle ilgili her türlü tartışma ‘memleketin düzenini bozmak’ adına, dış ilişkilere dair her türlü eleştiri ‘kamunun huzurunu kaçırmak’ adına durduruldu geçmişte Türkiye’de. Bu tür şartlı reflekslerin demokrasiyi nasıl baltaladığını en iyi bilmesi gereken kişilerden biri de bunca zamandır reform paketlerini savunduğunu zannettiğimiz Adalet Bakanı. Ve o ne derse desin ‘vatan’a ben de dahilim, benim sesim de.
29.05.2005