‘Atatürk Türk kadınlarına haklarını verdi!’ Kaç kez işittik yukarıdaki cümleyi, bilhassa kadınlardan. Türkiye’de değişik yaş gruplarından ve mesleklerden kaç kadın, 1920’ler ve 30’lardaki reformlar sayesinde Türk kadınlarının ‘mücadele etmesine gerek kalmadığına’ inanır. Batılı kadınlar ‘hakları verilmediğinden bizzat almak’ durumunda kalmışlardır. Bizde ise, haklar siyasi elit tarafından verildiğine göre ‘almaya’ gerek kalmamıştır. Yukarıdan aşağıya modernleşmeye ve devlet merkezci sistem anlayışına alışkınız ne de olsa; kadın hakları hususunda da aynı alışkanlıklar devam ediyor. Devlet verir nafakamızı, ötesini sorgulamak nankörlük addedilir.
Bu sebepten, şükreden bir tavır içinde donduk kaldık kuşaklardır. Türkiye’de kadınlar seçme ve seçilme hakkına Fransa’daki kadınlardan bile erken kavuştu. Şükret! Türkiye’de kadınlara aile hukuku ve boşanma ve velayet hususlarında ne kadar erken verildi hakları. Şükret! Kadınlar doktor, akademisyen ve pilot oldular, hatta kadın başbakanımız bile oldu geçmişte. Şükret! Şükretmezsen eğer ‘feminist’ zannederler, maazallah. Feminist kelimesi ise hem sağ hem sol kesimin gözünde neredeyse küfürle eşdeğer. Her ideolojik cenahın otomatik olarak karaladığı, küçümsediği bir kavram feminizm. Bu konuda en büyük genellemeleri yapabilenler ise, feminist teoriler ve hareketler hakkında en az bilgiye sahip olanlardan çıkar.
OECD’nin istihdam raporlarında Türkiye’ye dair çarpıcı, acı bir tablo sergilendi. Kadınların işgücüne katılımları açısından en sonuncu sırada yer aldık yüzde 27’lik bir oranla. Daha da düşündürücü olan 1990’dan bu yana çalışan kadın oranındaki belirgin bir azalma olması. Kadınların işsizlik oranında ise Türkiye yüzde 10’luk bir oranla Çek Cumhuriyeti ile beraber yedinci sırayı aldı.
Sayılar düşündürücü ama ampirik (empiricist) verilerden ziyade, değiştirilmesi zor olan zihniyetler. Düşünce kalıplarımız! 1980 sonrasını analiz eden siyaset bilimciler Kemalistler-İslamcılar ikileminden bahsederken, iki kesimin ayrılıklarını irdelediler hep, benzeşen yanları üzerinde durmadılar genellikle. Kadına bakış. Cinselliğe bakış. İdeolojik uzaklık illa da bu meselelerde uzak olmak anlamına gelmez. Siyasetin de siyasetçilerin de söylemleri erkek egemen bir dil. Daha bu hafta TBMM’de DYP’li bir milletvekili, CHP’yi AK Parti’nin ‘altına yatmak’ ile itham etti. Bu zihniyet nereden geliyor? Bu kafa yapısı?
Ne cinselliğimizle barışığız ne de kadınlarımızla. Şimdi bu yazıyı okuyan tüm kadın okurlara bir sual: Bizleri söylemleriyle aşağılayan Türk erkeklerinin, arkası olmayan, savunmasız, çoğu zaman fuhuşa sürüklenen Rus, Moldavyalı, Azeri hayat kadınlarına nasıl davrandığını düşündünüz mü? Merak ettiniz mi? Onları kız kardeşiniz addettiniz mi? Yoksa onlar ‘namussuz’ siz ‘namuslu’ olduğunuz için araya bir perde mi çektiniz?
Meclis kürsülerinde, sokaklarda, kurumlarda kadınlar horlanıyor. Bunları yapanlar bizim eşlerimiz, babalarımız, oğullarımız. Bizler tınmıyoruz, alınmıyoruz. Başka başka kadınlar alınsın. Biz niye alınıyoruz ki diyerek, gaflet uykumuzdan uyanmak istemiyoruz. Niye uyanalım ki, nasıl olsa haklarımız verildi bize, hem de Fransız kadınlarından bile evvel! Ne güzel! Şükret ey Türk kadını!
03.07.2005