Sevgili Hrant,
Yazdığın bir yazıda “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif etmek”ten altı ay hapis cezasına mahkum edildiğini Amerika’da öğrendim.
Anlaşılan bilirkişi raporu böyle bir şey olmadığını, yani senin Türklüğe hakaret etmediğini ortaya koyduğu halde, mahkeme sana bu cezayı reva görmüş. Yerli ve yabancı basında ne bulduysam okumaya çalıştım. İstedim ki bir yazı da desin ki: “O sözünü ettiğiniz insan, Ermeniler ile Türkler arasında bir köprüdür. Birbirinin dilini anlamayan, birbirine sağır insanlar arasında, çırpına çırpına barışı yerleştirmeye çalışmıştır senebesene. Karşılığında ne bir ödül ne bir teşvik, sadece ve sadece köstek gördüğü halde!”
Okuyacak bir şey kalmayınca sokağa çıktım. Sokakta insanlar, genç yaşlı, beyaz siyah Amerikalılar, ellerinde kahve bardakları, pizza dilimleri, yanlarında çocuklar. Bir yabancılık hissi çöktü üzerime, bir acizlik, yalnızlık, yutkunamadım. Ben sonuçta Amerika’da bir yabancıyım. Ne kadar öğrensem de dillerini, hallerini, simgelerini, bu yabancılık gitmeyecek üzerimden. Ama insanın kendi memleketinde “yabancı” gibi hissetmesi, “yabancı” gibi algılanması nasıl bir şey Hrant?
Ben hiçbir zaman ismimden ya da soyadımdan ya da nüfus cüzdanımdaki din hanesinden ötürü dışlanmadım, horlanmadım, farklı muamele görmedim. Çocukken mesela bir hevesle girdiğim müzik yarışmasından İstanbul Ermenisi sevgili Takuhi gibi azarlanarak kapıdışarı edilmedim? Ya da mesela ailesi yüzyıllardır İzmirli Sefarad olan sevgili Aron gibi ikide bir “aa Türkçeyi ne güzel konuşuyorsun, ne zaman geldin?” sorularına muhatap olmadım. Veya İstanbul Rumu sevgili Eleni gibi okuduğum okulun kapatıldığına, çocukluk anılarımın elimden alındığına tanık olmadım. Bugün Türkiye’de azınlıklara hiç de kötü muamele edilmediğini, tarihimizin sütten çıkmış ak kaşık gibi olduğunu, bu memlekette ayrımcılık filan olmadığını iddia edenleri duyunca hayretle bakıyorum yüzlerine. Ya çok saflar ya da çok pişkin. Tarihimizde böylesine kederli nice sayfa var iken, yaşadığımız an ve yaşayacağımız gelecek geride kalan geçmiş ile yakından bağlantılı iken, bu kadar saflık da, böylesi pişkinlik de bağışlanabilir gibi değil.
Mahkeme kararını öğrendiğimde en çok senin “Türk milletini aşağıladığın” sonucunu çıkarmalarına içim yandı. Çünkü bilirim nasıl seversin sen bu toprakları ve bu toprakların insanını. Çünkü bilirim kaç kere mücadele etmek zorunda kaldın Türklerin hepsini olumsuz gören kimi diaspora Ermenilerinin kaba genellemelerine karşı. En zor durumda olanlar sen ve senin gibi Türkiye’yi seven Türkiyeli Ermeniler. Bir yandan Türk milliyetçiliği sürekli şüpheyle bakıyor, bir yandan diasporadaki Ermeni milliyetçiliği. İkisinin arasında sıkışmış, üçüncü bir yol çizmeye çalışan bir avuç aydın var zaten. Onları da Türk mahkemeleri cezalandırmakla meşgul.
Bu topraklar kafatasçı, milliyetçi, ayrımcı, damgalayıcı, fişleyici bir siyaset üretti. Kendi beyinlerini yargıladı, gencecik insanlarını fikirlerinden ötürü astı, hapislere attı, işkence tezgahlarından geçirdi. Ama bu topraklar aynı zamanda “yaradılanı sev, Yaradan’dan ötürü” diye nasihat eden, “ne kadar çok yürek varsa Allah için çarpan, o kadar çok yol vardır ve biri ötekine üstün değildir” diyebilen eşitlikçi, barışçıl, kozmopolit, çok kültürlü, çok dinli, çok sesli bir söylem üretmeyi de başardı. Bu ikinci damara itimadım büyük.
Sen bir suç işlemedin. Esas sana kendini kendi memleketinde “yabancı” gibi hissettirenler suç işlemekte asırlardır. Onları yargılayacak bir mahkeme yok, kalemimizden başka. Sonuçta kalemini sessizliğe mahkum ederlerse, senin yazamadığını ben yazarım, benim yazamadığımı bir başkası yazar, onun yazamadığını bir öteki yazar.. yazılır elbet. Tek tek insanlara hüküm giydirirler de, ya kelimelere nasıl hüküm giydirecekler?
Hoşça bak zatına.
16.10.2005