Söz verdim, adını saklı tutacağım. Zaten ismi ya da soyadı değil önemli olan. Diyelim ki adı Ayşe. Şu anda yurtdışında üniversitede okuyan nice başörtülü Türk kızından biri o da. Uzun uzun anlatmış mektubunda.
Türkiye’de başörtüsünden dolayı nasıl okuyamadığını, ailesinin onu yurtdışına gönderdiğini, bunun için para biriktirdiklerini, zorlandıklarını ama eğitimine ne kadar önem verdiklerini, bunun için ailesine müteşekkir olduğunu, kitapları insanlar kadar, belki daha da fazla sevdiğini, hayallerini yazmış. Ardından biraz çocukluğundan bahsetmiş. Aslında hayli mutaassıp bir aileden geldiğini, bir kız çocuğu olarak hiç özgür bırakılmadığını, kendini bir Batı ülkesinde yapayalnız bulana kadar ailesinin yanından hiç mi hiç ayrılmadığını, hiç yalnız kalmaya alışkın olmadığını yazmış satır aralarında. Bunca zaman ailesinin kanatları altında yaşamış. Derken genç yaşta birden pat diye Avrupa.
Yalnızlığı, yabancılığı, aidiyetsizliği böyle tatmış ilk. Ardından kimliğini yeniden gözden geçirmeye başlamış. Kendisi gibi sürgünde, gurbette yaşayan başka Türkiyeliler olduğunu fark etmiş. Bir de bakmış ki o başörtüsünden ötürü yurtdışında, kimileri farklı farklı sebeplerden ötürü. Kimisi kamusal alanda Kürtçe konuşamadığı için kendini dışlanmış hissedip Türkiye’ye küsen, kimisi solcu olduğu için damgalanan, kimisi Alevi ya da Süryani ya da Zaza olduğu için yolu yurtdışına düşen binlerce Türkiyeli, binlerce gurbettaş. Yavaş yavaş onların hikayelerini dinlemeye başlamış, kendininkilerle kıyaslayarak.
“Bugün en yakın arkadaşlarımdan biri 12 Eylül’den sonra yurtdışına kaçmak zorunda kalan solcu ve Kürt bir siyasi mülteci, herhalde ailem duysa kıyamet kopar, asla anlamazlar, benim kendi cemaatim dışında kimseyle ahbaplık etmemi istemezler.” diyor Ayşe. Öyle ya o türbanlı bir kız, mutaassıp bir aileden geliyor. Kapalı bir çevrede büyümüş. Oysa Avrupa’ya gittiğinden beri en yakın dostlarından biri olan kişi ideolojik olarak bambaşka bir geçmişten geliyor. Başörtülü genç kız ve orta yaşlı devrimci siyasi mülteci... Ama birbirlerini dinlemeyi başarmışlar işte, birbirlerini anlamayı, hissetmeyi başarmışlar. Ayşe’nin yüreği geniş.
Ayşe başörtülü bir genç kız ve dindar biri. Ama aynı zamanda bana “Haklısınız, ne öğreneceksek bize benzemeyenden, yabancıdan öğreniriz.” diyor. Yurtdışında okuyan ve yaşayan Türk gençlerinden sırlarla dolu mektuplar alıyorum.
Türkiye’de buluşmayan, yan yana gelmeyen, bir ekmek bölüşmeyenler yurtdışında buluşuyor, dışlanmışlıkta buluşuyor, ancak o zaman ortak paydalarını görebiliyorlar: Sürgün... Avrupa’daki Türkiyeliler yeni yeni diller geliştiriyorlar. O dillerin, bu hikâyelerin Türkiye’de de işitilmesinin zamanı gelmedi mi?
18.12.2005