Bu hafta yurtdışından döner dönmez ayağımın tozuyla ilk işim epeydir merak ettiğim ve dostlarımdan hayli methini duyduğum bir filme gitmek oldu: Babam ve Oğlum.
Filmin konusunu okumuş, oyuncularıyla yapılan son derece düzeyli söyleşileri takip etmiş, methini de duymuştum duymasına da, içten içe bir mesafe, bir kuşku da taşıyordum galiba. Öyle ya, babasız bir evlat olan bana ne verebilirdi ki baba-evlat ilişkisi üzerine kurulu bir film? Tanıdıklarımın hepsinin babalarıyla ve çocukluk anılarıyla bağlarını şöyle bir gözden geçirmelerine sebep olan bu film, ‘baba’ kelimesini katiyen hitap şeklinde kullanmayan ve işin aslı ‘baba’ denildi mi koskoca bir boşluktan başka bir şey hissetmeyen benim gibi birine ne anlatabilirdi ki?
Vakt-i zamanında bir gazete benimle geniş bir ‘yaşam öyküsü’ söyleşisi yapmış ve bunun için format gereği çocukluktan itibaren adım adım çeşitli aşamalarda çekilmiş resimlerimi istemişti: annemle, anneannemle, çocukluk arkadaşlarımla, okul arkadaşlarıyla, dostlarla ve dost meclislerinde, başka başka şehirlerde çekilen fotoğraflar... Sekiz-on resim vermiştim ben de. ‘İyi de bunların arasında hiç babanız ile resminiz yok’ demişti gazeteci şaşkın, ‘rica etsek bir tane de babanız ile çekilmiş resminizi koysak.’ ‘Koyamazsınız; çünkü babamla hiç ortak resmim yok,’ demiştim geçiştirerek. ‘Tabii bebekken bilgim dışında çekilen bir şey varsa bilmem; ama onun dışında tek bir resmim yok; çünkü tek bir ortak anım yok; çünkü hayatımda baba yok...’
İşte bu yüzden Çağan Irmak’ın yeni filminin bana pek hitap edemeyeceğinden şüpheleniyordum. Olsa olsa uzaktan bir yabancı surete bakar gibi izlerdim bu filmi, sevsem bile içine girebilmeyi başaramaz, kendimi hikayeye ait hissedemezdim muhtemelen. Kenarında dururdum az biraz iğreti. Yabancı, yabani, ayrıksı... Böyle bir önyargıyla gittim sinemaya, darmadağın vaziyette çıktım o salondan.
Bireysel olanla toplumsal olanı iç içe geçirmek, büyük toplumsal eleştiriler yaparken ders vermemek, bireylerin yaralarını sergilerken ahkam kesmemek, yergide bulunurken yukarıdan konuşmamak; gündelik hayatın politikalarını, insan ilişkilerinin açmazlarını ve siyasi tarihimizin aile ağaçlarımıza verdiği zararı, marazı ince ince anlatabilmek son derece zor bir iş. Hele hele sanat ile siyaseti harmanlayabilmek, siyaset ile estetik arasındaki zor ama kıymetli bağı oturtabilmek daha da çetin ve çetrefil. Büyük bir risk almış yönetmen Çağan Irmak bu filmi yaparken: Çünkü anlatılması en zor olanı seçmiş, yani en basit en yalın en tanıdık hikayeyi. Senaryoyu birbirinden girift aksiyon sahneleriyle doldurup, hikayeyi entrikalarla donatmamış. Yalın olanın gücü, duru olanın tılsımı var bu filmde... Ve daha nice alt hikayenin yanı sıra, bir de çocuklarına sevgilerini anlatamayan, oğullarına yüreklerini açamayan, duygularını bastırmaya şartlanmış, erkeklik kalıplarının ezdiği babalar var.
Uzun zamandır oyunculuğu bu kadar maharetli, hikayesi bu kadar kudretli, ufku böylesine geniş, estetiği böylesine iyi ve vicdanı böylesine duru bir film izlememiştim. Benim gibi babasızları bile çarptı sarstı kökünden. Muhakkak gidip görmeli bu elmaspare filmi; muhakkak üzerinde düşünmeli, hakkını vermeli bu sanat eserinin.
Çağan Irmak ellerine sağlık; yüreğine, hayallerine ve vicdanına sağlık!
25.12.2005