Türkiye’deki edebiyat hocaları arasında bir araştırma yapılsa, kaçta kaçı günümüz edebiyatını takip ediyordur acaba? Lise edebiyat kitaplarında çizilen çerçeve ile mi sınırlı tutuyorlar derslerini, yoksa mevcut program ile yetinmeyip onun üzerine yeni okumalar, yeni kitaplar ekliyorlar mı?
Sahi edebiyat hocalarımız edebiyat okuyor mu? Yoksa zaman içinde dondurulmuş bir müfredatı her sene aynı şekilde okutmayı kafi mi addediyorlar? Ne yazık ki nice edebiyat hocasının edebiyat ile ilişkisi ‘geçmiş’te kalmıştır. Vaktiyle, yani mesela gençliklerinde, edebiyatı sevmiş, bu alanda araştırmalar yapmış; ama daha sonra yaşamın kendi hayhuyu içinde okumaz olmuşlardır. Edebiyat donmuş bir kalıptır artık onlar için. Her sene sınavlarda aynı soruları sorar, bir zamanlar öğrendikleri bilgileri yenileme gereği duymadan yerlerinde sayarlar. Hep aynı yazarların incelendiği ve sadece ölmüş yazarların anlatıldığı bir kitabeye dönüşür edebiyat dersleri. Öyle edebiyat hocaları var ki ‘tarihte’ üretilen her türlü edebi metni şaheser, bugün üretilen her edebi metni de bir adet yozlaşma sembolü olarak görüyorlar. İlla ki yaşlanman, illa ki ölmen lazım bu toplumda saygı görebilmek için!
Edebiyat derslerini veren öğretmenlerin çok azının günümüz edebiyatını takip ettiği, kendini yenileme gereği duyduğu ortada. Lise edebiyat dersleri kimi zaman o kadar donmuş ve kalıplaşmış, öylesine nefessiz ve hissiz bir şekilde verilir ki, içinde yüreciğinde edebiyat sevgisi taşıyan öğrenciler bile dayanamaz, soğur bu sevdadan, uzaklaşır. Türkiye’de tarih derslerinin işlevi öğrencileri tarihten soğutmaktır; edebiyat derslerinin işlevi de öğrencileri yaratıcılıktan uzaklaştırmak.
Ne var ki bu hafta bu vahim ve hazin tabloya hiç mi hiç uymayan ve insana umut aşılayan bir liseye gittim. Bir konuşma vermek üzere Özel Koç Lisesi’ne davetliydim ve orada tanıştığım öğretmenler, bulduğum ruh edebiyatımızın geleceği ve öğretilme biçimi hakkında umutlanmama sebep oldu. Koç Lisesi’nin öğretmenleri salt geçmiş yazarları değil günümüz edebiyatını da yakından takip etmekte. Kendi aralarında kurdukları okuma gruplarında her hafta bir kitap seçip, okuyup tartışıyor, durmadan kendilerini yenileyip gündemi de takip ediyorlar. Batı ülkelerinde çok yaygın olan; ama maalesef bizde pek örneği olmayan ‘okuma kulüpleri’ edebiyatın gündelik hayatın içine sızabilmesi, yaygınlaşabilmesi ve insanlar tarafından hissedilebilmesi için son derece önemli bir role sahip. Koç Lisesi’nde bu sistem oturmuş. En önemlisi buradaki hocalar edebiyatı bir külfet ya da nasıl olduysa yakalarına yapışmış bir alacaklı gibi görmüyorlar. Koç Lisesi’nin edebiyat hocaları edebiyatı seviyor, edebiyata değer veriyorlar! Meğer ne büyük fark yaratıyormuş bir öğretmenin anlattığı dersi, uzmanlık alanını samimiyetle sevmesi, yüreğinde hissetmesi! Orada kitaplar konuşuluyor, dedikodular değil. Yazı tartışılıyor, yazarlar değil.
Gelelim öğrencilere. Konferans salonunu dolduran ateşli ruha, bana peş peşe yöneltilen siyasi sorulara, merakla tartışmamı istedikleri toplumsal ve siyasi konulara bakılırsa öğrenciler edebiyatçının edebiyatından ziyade siyasetiyle ilgililer. Bir yazarı sevip sevmemeleri onun siyasi görüşlerini beğenip beğenmemekten geçiyor şu aşamada. İlginç bir toplumsal karşılaştırma var: Amerika’da bir romancı sadece kendi alanından sorumlu, her şeyden evvel bir romancıdır; Türkiye’de ise bir romancıdan siyaset-uluslararası ekonomi-felsefe-din-tarih-güncel politika.. gibi alanlarda da uzmanlık beklenir. Kendi adıma hiç mi hiç şikayetçi değilim bu durumdan. Koç Lisesi’ndeki öğretmenlerde gördüğüm derin edebiyat sevgisi ile öğrencilerde gözlemlediğim ateşli siyaset merakının Türkiye sivil toplumunun dinamizmine katkısı olacağına inanıyorum.
08.01.2006