Türkiye’de yazarlık kırk odalı, kırkıncı odası sırlı bir perili ev; içinde asırlar evvel yaşamış yazmış kalem erbabının ruhları kol gezer.
Ve bu evin kanatlı, gıcırtılı kapısına bir levha düşülebilseydi eğer, bilgece bir uyarı olurdu muhtemelen: Sevilme ihtiyacı, yalnızlık korkusu olan kişi, zinhar adımını atmaya bu eşikten içeri. Çünkü bu memlekette edebiyatçı olmak demek, her şeyden evvel nefret edilmeyi göze almak demektir. Hem de sizi zerre kadar tanımayan; ama avucunun içi gibi bildiği izlenimi uyandırmaya kalkan alâkasız insanlar tarafından. Velhasıl, sevilmek, hele hele pohpohlanmak isteyenler için en yanlış meslektir Türkiye’de edebiyatçılık. Bunun fazlasıyla idrakinde olmak gerekir o kapıdan içeri girmeden evvel.
Bu hafta İtalyan Corriere della Sera gazetesi tutmuş bir ilave vermiş dünyada zulüm gören yazarlar hakkında. Belli ki kendi kendilerine birileri oturup bir liste çıkarmış kimseye sormadan danışmadan, aslını astarını araştırmadan. Türkiye’den dört isim var o listede: Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Murathan Mungan ve Elif Şafak. Bunun üzerine Hürriyet gazetesinde Ertuğrul Özkök bir yazı kaleme aldı. Birçok insan gibi benim de olaydan böyle haberim oldu. Yayınevim derhal haberin arkaplanını araştırmak için harekete geçip malumat edindikten sonra, gerekli tekzibi İtalya’da gerekli yerlere ulaştırdı. Konu burada kapanabilirdi benim için. Ama ne mümkün. Bir de baktım, bu esnada haber dalga dalga yayılmış. Bir de baktım, zaten diş bilemeye hazır, tırnak geçirmeye meyyal olanlar keyifle bu haberin üzerine atlamış. Vay nasıl olur, koptu kızılca kıyamet! ‘Derhal isminizi temizleyin’ diye emretmiş bir okurum. ‘Çıkın ve açıklayın suçsuzluğunuzu.’ Suç ispatlanana kadar kişinin suçsuz olduğu ilkesi hukukun en temel ilkelerinden biridir. Ne var ki bizde işler ters işler. Bizde önüne gelen önüne gelen hakkında atıp tutmakta serbesttir. Hakkında atılıp tutulan kendini savunmak ve suçsuzluğunu ispatlamakla yükümlüdür.
Basından bir başka köşe yazarı da ‘çıksın bir an evvel bu haber hilaf-ı hakikattir’ desin diye yankılamış bu otoriter üslubu. Başka başka köşe yazarları da var ki, tek yaptıkları belden aşağı vurmak, damarlarındaki hasede ve nefrete kılıflar bulmak ve son tahlilde mürekkepten değil tükürmekten beslenmek olduğundan, ne kendileri ne iddiaları kayda değer. Onları geçiyorum.
Benim üzerinde durmak istediğim nokta başka. Son derece kaygı uyandırıcı bulduğum bir mekanizma var, iki taraflı işleyen. Bir yandan Batı’da kimileri ‘Doğulu mazlumlar’ arayışında. Yıkılması gereken çok fazla önyargı ve genelleme var orada. Ama öte yandan burada da birileri ‘kol kırılır yen içinde kalır, memleketini eleştiren haindir’ anlayışında. Kimse çıkıp da ifade ve düşünce özgürlüğünün bir türlü yeşeremediği ve yazının hâlâ suç addedildiği bir toplumda başı belada bu kadar çok yayıncı, gazeteci, editör, karikatürist, velhasıl düşünen insan varken, ‘aaa, nereden uyduruyor Batılılar bu temaları?’ diye hayret etmesin.
Benim ismim böyle bir listede olmamalıydı ve zaten böyle bir liste hiç olmamalıydı. Bu bir tarafa. Lamı cimi yok. Nokta. Ama Yaşar Kemal ve daha niceleri bir tarafa. Kimse kalkıp da Yaşar Kemal gibi bir ustanın gerek bu memleketin mahkemelerinde gerekse saldırgan eleştirmen müsveddeleri karşısında ödediği onca bedeli unutmasın. Yapısal sorunlara değil, tek tek isimlere odaklanmayı, hele hele dört beş ismi yalıtarak ‘kahramanlaştırmayı’ alabildiğine sakıncalı buluyorum. Ama bir o kadar sakıncalı bulduğum, nice kalem erbabının senebesene verdikleri mücadelenin bu kadar rahat unutulabilmesi, bu pişkin vefasızlığımız ve hoyrat hafızasızlığımız.
22.01.2006