İnsan hayatı bireysel seçimlerle örülü ilmek ilmek. Yapılan irili ufaklı, binlerce, belki de milyonlarca tercihle işaretlenmiş bir harita ömrümüz. Ama seçtiklerimizden ziyade seçmediğimiz yollardır bu haritada belirleyici olan.
Sapmadığımız patika, dönmediğimiz dönemeç, tercih etmediğimiz seçenek.. elediğimiz imkanlar, geride bıraktığımız alternatifler. Onların toplamıyız aslında. Seçtiklerimizden ziyade seçmediğimiz yolların toplamıyız. Çocukken mandolin değil de flüte merak sarsaydık nasıl olurdu acaba? Bilye oynamak yerine bir enstrümanda uzmanlaşsaydık? Lisede şu gruba değil bu gruba takılsaydık, filanca insana değil falanca insana âşık olsaydık nasıl gelişirdi ömrümüzün geri kalanı? Tercih yaparken şu işe değil de bu firmaya meyletseydik, en iyi dostumuz olarak falancayı değil de filancayı seçseydik? Ve kadınların, filmlerde en çok sordukları o klişe soru, bilhassa acıtmak istediklerinde kocalarının canını: Seninle değil de filancayla evlenseydim kim bilir nasıl da farklı olurdu hayatım? Okulu bırakmayıp bitirseydim, çocuk doğurmayıp iş kadını olsaydım, patrondan zam istemek yerine istifa edip evime dönseydim...
Keza kocaların incitici soruları: Askerden sonra evlenmek yerine bir süre yurtdışına gitseydim, filanca tarihte kayınpederin dayattığı şartları kabul etmek yerine çekip gitseydim, ah bir gitseydim... Peki ya eşimi değil de başkasını sevseydim... Hani şu ilk aşkımın peşinde gitseydim... Hani şu seçmediğim öteki yolu seçseydim ne olurdu, ne olurdum? Seçmediğimiz yolları unuttuğumuzu zannederiz; ama insan beyninde sırf bu işten sorumlu bir merkez vardır, o merkezde de durmadan not alan cevval bir katip. Yazar da yazar. Kaydeder. Gün gelir pat diye açar tutanakları. İşte o zaman insan hatırlar. Seçmediğimiz tüm seçeneklerin, sapmadığımız tüm yolların yükü olanca ağırlığıyla çöker vicdanımızın, zihnimizin üzerine. O zaman muhakkak acı çeker, kendi kendimizi yer ve eninde sonunda haksızlık ederiz hem kendimize hem sevdiklerimize; yani sahip olduklarımıza, yani seçtiklerimize...
Italo Calvino, bir hikâyesinde seçim yapamayan bir adamın seyrüseferini anlatır. Sürekli iki şey arasında sıkışan, bir türlü karara varamayan bir adam, neyi seçse aklı seçmediğinde kalan, bu yüzden tıkanan, kataklanan, asla huzurlu olamayan bir genç adam. İki kadına birden âşıktır aynı anda, aynı yoğunlukta. İkisi de aşkına karşılık verir. Ne var ki bir an evvel bir tercih yapması gerektiği fikri çıldırtır adamı. Seçemez. İki ayrı iş imkanı vardır, birini seçip çalışmaya başlayamaz bir türlü, sırf seçim yapmanın zorluğundan. İki şehir arasına sıkışır, iki kadın, iki iş, iki hayat... Hikâyenin sonunda bir başka adam çıkar karşısına, yapışır yakasına. ‘Beni mahvettin.’ der. ‘Çünkü ben senin seçmediğin seçeneklerin alıcısıydım, girmediğin yolların yolcusu. Sen neyi seçmeyeceksen onu ben alacaktım. Senin evlenmediğin kadınla ben evlenecek, senin seçmediğin işe ben alınacaktım. Seçim yapmayarak sadece kendi kaderini değil benim kaderimi de tıkadın, önümü kapattın!’
Her adımda seçimdir hayat. Her adımda tesadüf. Ne var ki Türkçeyi Öztürkçeleştirenler bu tür ayrıntıları toptan söküp atmış olsalar da dilimizden, en nihayetinde ‘tesadüf’ ile ‘tevafuk’ aynı şey değildir. Bilmediğimiz, o yaptığımız minik minik dünyevi tercihlerin büyük ve semavi bir resimde nasıl bağlantılandığı, anlamlandığıdır.
12.02.2006