Bir zamanlar gündelik hayatımızda ve yazışmalarımızda mevcut olan, sonra kökleri şaibeli diye dilden kovulan nice Osmanlıca kelime ve ifade var ki yoklukları yürek sızlatıyor, ufuk daraltıyor. Dilimizi Öztürkçeleştiriyoruz derken azalan sadece kelime dağarcığımız değil, hayal gücümüz, düşünce sistematiğimiz ve kültürel birikimimiz de oldu. Edindiğimiz her yeni kelimeyi bir ‘artı’ olarak görmek yerine, bir eski kelimenin yerini alacak bir ‘yedek parça’ olarak kullandık. Böyle böyle çoğalmak değil, yerimizde saymak düştü payımıza. Oysa eski kelime de yeni kelime de yan yana kalacak ki ayrıntılar ortaya çıkacak. ‘Hakikat’ ile ‘gerçek’ aynı şey değildir. Birini çıkarıp yerine ötekini alalım diyen zihniyet dili budamaktan öteye gidemez. Dilde çok başlılıktan korkmak, kültürde çoğulluktan korkmakla eşdeğerdir. Dili merkezileştiren, sadeleştiren, azaltan ve daraltan ve aynılaştıran yaklaşım benzer bir siyaseti topluma da uygular. Dilde bireyselleşme ve farklılaşma yoksa ve yeşeremiyorsa demek ki o kültürde de cılızdır bunların izdüşümleri.
Bugün liselere, üniversitelere konuşma vermeye gittiğimde en çok dikkatimi çeken şey kullandığımız kelimelerin sınırlılığı oluyor. 18-19 yaşında bir Türk genci aynı yaşlarda bir Amerikalı gencin sahip olduğu kelime dağarcığının üçte birine dahi sahip değil. Öğrencilerin kompozisyonlarını karşılaştırdığımızda bu farklılık daha da billurlaşıyor. Amerika’da öğrenciler küçük yaştan itibaren ‘spelling bee’ adı verilen yarışmalar aracılığıyla sözlük okumaya teşvik ediliyorlar. Ne kadar çok, ne kadar farklı kelime bilirlerse o kadar takdir görüyorlar. Bizde ise tam tersine topu topu 300 kelimelik bir birikimle yetinebiliyor, bir ömrü o kadarcık kelime ile geçirebiliyor ortalama Türk insanı. En beteri ‘kelime tembelliği’. Bilmediği kelimeyi öğrenmek yerine umursamayıp dışlayan, merak duygusunu hepten yitirmiş bir yaklaşım hakim. Okumak da tıpkı yazmak gibi emek ister. Oysa tembel okur sadece kapsül peşindedir. Bir bardak suyla zahmetsiz yutmak ister metni. Öyle bir roman olsun ki kolay okunsun, uğraştırmasın beni. Zahmetsiz, emeksiz, özensiz... Yazarların kâbusudur tembel okur. Öte yandan cevval okur metnin içine girer, bilmediği kelimeleri keşfeder, yazarın dahi bilmediği bağları yakalar. Kitabı yeniden yaratır.
Dil organik bir bütün, soluk alıp veren bir can. Gelişir, sabit kalmaz. Yitirdiği uzuvlarını belki yeniden kazanamaz; ama hücrelerini tazeleyebilir. Giden kimi kelimeler var ki yeniden dolaşıma sokulabilir. Bir makalede, bir romanda, bir söyleşide ortaya atılan bir kelime oradan başka bir yere geçer, sonra bir başkasına... Bir de bakmışsın, nerede bir hurufi varsa sirayet etmiş harf aşkı ona.
AKİKA: Yeni doğan bebeğin başındaki ana tüyü
AMENNA: İnandık, böyle kabullendik, ona diyeceğimiz yok mânâsında
CİVANMERD: Sözünde sağlam duran, iyilik timsali
DEVR-İ BATIL: Bir hükmü ikinci bir hükümle açıklarken ikinci hükmü de birinci hükme dayandırmak, kapalı kısır devir, totoloji
-FEZA takısı: Artıran, çoğaltan
HAYRETFEZA: hayret verici
CANFEZA: can verici
BELAFEZA: bela verici
-BAZ takısı: yeniden oynatan, oynayan (kumarbaz, ateşbaz, dilbaz, canıyla oynayan anlamında canbaz) AŞKBAZ: aşk ile oynayan RENKBAZ: renk ile oynayan SESBAZ: ses ile oynayan HARFBAZ: kelimelerle oynayan
HODBİN: kendini beğenen, kibirli
(NİKBİN: iyimser BEDBİN: kötümser)
HEVAİ: nefsine düşkün
HEVAPEREST: Nefsine tapınan
LEYLİ: geceye ait, gececil
MİMSİZ MEDENİYET: Medeni kelimesinin mim harfini kaldırırsak deni kelimesi kalır. Alçak olanlar, zalim olanlar anlamında.
NİLİ: Çivit rengi mavinin parlak bir tonu
Olur da bu kelimelerden birkaçı bir göle maya çalar umuduyla...
19.02.2006