Batı dünyasında ortalama okurlar İslam konusunda bilgilenmek istediklerinde neler okuyor? Hangi kitapları, yayınları takip ediyorlar?
Diyelim ortalama bir Amerikalı ya da İtalyan okur, ‘şu meseleleri biraz daha yakından anlayayım’ dediğinde kitapçıya gidip raflardan hangi kitapları çekip çıkarıyor?
Batılı okurların bir bölümü, işinin ehli uzmanlarca, akademisyenlerce yazılmış yayınlara meylediyor ki bu literatür son derece çoğulcu, kapsamlı ve zengin. Fakat ne yazık ki, her yerde olduğu gibi burada da ortalama okur tembel; kendisini zorlayan kitaplar değil, hazmı kolay kapsül bilgiler ve popülist söylemler istiyor. Velhasıl akademik yayınları ya da derinlemesine incelemeleri takip edenler azınlıkta kalıyor. Kitap satış rakamlarına bakılırsa bugünlerde İslam konusunda bilgilen(me)mek isteyen Batılı okurların çoğu Oriana Fallaci’nin kitaplarına para veriyor. Bilhassa da Fallaci’nin Aklın Gücü adlı yeni eserine. Yakınlarda Fransa’da, ‘İslamiyet’e hakaretten’ mahkeme önüne çıkacak olan Fallaci’nin açık ve saklı taraftarları var. Zahiri taraftarlarını görmek de duymak da kolay. Bir de gizliden gizliye ona hayranlık besleyen ama bunu dile getirmenin ‘siyasi bakımdan doğru olmayacağı’ inancıyla hayranlığını sadece yakın çevresiyle paylaşan bir kesim var. Velhasıl hayranı çok Fallaci’nin. Onu “İslam’ın baskıcı yapısına karşı tek başına durabilen bir kadın kahraman” gibi algılayanlar da. Aklın Gücü sırf İtalya’da 800 bin adet sattı. Amazon’da en fazla satan kitaplar listesinde başlarda.
Fallaci, İslam dünyasına dair kallavi genellemeleri rahatlıkla yapmasıyla ünlü. Müslümanların % 95’inin demokrasiye karşı olduğuna inanıyor. İyi de ne zaman, nasıl nereye gitmiş de böyle bir ölçüm yapmış?... sorusunun kıymeti yok. Zaten Fallaci’nin bir başka özelliği de bilgi, ilim ve entelektüel düşmanlığı. Her fırsatta “entel dantel kısmının” bu meseleleri olduğundan daha karmaşık hale getirdiğini vurguluyor. Oysa ona göre mesele gayet basit. Müslümanlar bir tehlike, İslam bağnaz bir din. Nokta. Fallaci gibi zihniyet tembellerinin entelektüel düşünceden, bağımsız aydınlardan nefret etmeleri son derece anlaşılır bir maraz. Onların nezdinde önemli olan retoriğin gücü. Hitabet önemli bir propaganda aracı. Fallaci sığ bir gazeteci ama akıllı-pragmatist bir hatip. Nerede ne söyleyeceğini gayet iyi bilenlerden. New York’a yerleştiğinden beri Amerikalıları övmekle meşgul. Onları terörist saldırılara rağmen gene de yılbaşı kutlamalarından feragat etmeyecek kadar gözüpek bir ulus diye tanımlıyor. Kolaycı, popülist ve tribünlere oynayan bir söylemi var Fallaci’nin. Aynı tribünlere seslenirken “Ilımlı İslam diye bir şey olamaz” diyor. “İslam dediğin şiddete, aşırılığa meyyaldir.”
Fallaci, Avrupa’daki Müslümanların varlığından ne kadar rahatsız olduğunu sık sık dillendirip, Avrupa’nın giderek Avro-Arabistanlaştığını iddia ediyor. Kendi okulları, hastaneleri var, kaynaşmıyor değişmiyorlar diyor. Bardakta lönk diye kalakalan bir madde gibi erimeden, çözülmeden. Doğrusu Avrupalı kimi fanatik Müslüman liderler de Fallaci gibilerin ekmeğine yağ süren açıklamalar yapıyorlar. Oslo’da köktendinci bir imam, bu ay gazetelere Müslüman sayısının sivrisinekler gibi arttığını söyleyip, gururla pek yakında Avrupa’yı ele geçireceklerini iddia etti. “2050 senesinde Avrupa’nın yüzde 30’u bizim.”
Aslında Oriana Fallaci ile Avrupa’daki kimi fanatik-dışlayıcı imamlar birbirlerine çok şey borçlular. Gayet iyi arkadaş olmamaları için bir sebep yok. Ne de olsa ilham kaynaklarını, retoriklerinin meşruiyetini ve karşılıklı nefretlerini birbirlerinden devşiriyorlar. Ballandıra ballandıra vurguladıkları “biz” ve “onlar” ayrımı onlar gibi korku tacirlerine, medeniyetler çatışması tezinin pazarlamacılarına yarıyor.
26.03.2006