“Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor mu? Neler oluyor orada?” diye yazmış Amerika’dan tanıdığım, aslen Kanadalı bir öğretim üyesi. Mesleği uluslararası ilişkiler uzmanlığı.
Son zamanlarda basında çıkan her şeyi taramış olmalı. Kurtlar Vadisi’ne gösterilen ilgiden, Metal Fırtına’ya duyulan hayranlıktan, Türkiye’de yapılan bir akademik araştırmanın milliyetçiliğimizin boyutlarını vurguladığından, Diyarbakır olaylarından haberdar. Meraklandığı, adeta paniklediği seziliyor satırlarından. “Sen iyi misin? Quo Vadis? Bir sorun var mı? Romanın çok tepki aldı mı?”
Tam anlamıyla soru değil bunlar aslında, önceden varılmış birtakım kaygıların ve yargıların dışavurumu. İyi niyetli; ama bir o kadar peşin hükümlü. Hani şikayet etsem, kalkıp atlayıp bir uçağa beni kurtarmaya gelecek. Ama kimden? Kimlerden?..
“Gayet iyi gidiyor kitap. Son derece iyi oldu Baba ve Piç’in karşılanması. Hem satışlar çok iyi hem de epey bir yankı uyandırdı, tartışma yarattı burada.” diye yazıyorum.
“İyi de nasıl olur, içinde Ermeniler var!” diyor cevaben. “Kızmadılar mı?..”
Kimler? Kimler kızmadı mı? Anlıyorum ki akademisyen arkadaşımın gözünde Türk toplumu tek renkli, tek sesli. Baştan sona muhafazakar ve milliyetçi. Belki de zihninde bir kalabalık canlanıyor, ellerinde sopalar, yürüyorlar bayraklarla.
“Kızanlar da oldu, olmaz mı? Ama sevenler de çok. Hem de her kesimden. Edebiyat, siyasetin giremediği yerlere girebiliyor. Bir de bakıyorsun ki önyargıları kırmış. Muhafazakar camialardan gelenler, sosyal demokratlar, sosyalistler, feministler, mutasavvıflar... ve bilhassa gençler. Üniversiteliler. Alıp okuyorlar, okuyup tartışıyorlar. Benim için önemli olan bu.”
“Hayret!” diye başlıyor bir sonraki mesajı. Tutuklanıp hapse atılmamış olmamdan dolayı düş kırıklığına uğramış gibi bir hali var arkadaşımın. Mesajında “gelişmelerden beni haberdar et” diye not düşmüş. O benden felaket haberleri beklerken, ben ona Türk toplumunun içinde barındırdığı katmanları, farklı sesleri ve çeşitliliği aktardım. Burada yükselen milliyetçiliğin aynı zamanda konjonktürel olduğunu anlattım. Türkiye’deki “güncel” Türk milliyetçiliği, aslında biri iç biri dış iki milliyetçilik etmeninden bağımsız algılanmamalı. İçeride Kürt milliyetçiliği. Son zamanlarda her iki milliyetçilik karşılıklı beslemekte birbirini. Kürt milliyetçiliği Türk milliyetçiliğini, Türk milliyetçiliği de Kürt milliyetçiliğini tırmandırıyor. İkincisi Batı’da, bilhassa Avrupa’da yükselmekte olan milliyetçilik. Yabancı-düşmanlığı (xenophobia) ve İslam-düşmanlığı (islamophobia) da her türlü yerel milliyetçiliği artırır. Globalleşen dünya sisteminde hiçbir ülkede olan biten, dünyanın geri kalanında olan bitenden kopuk değil.
Arkadaşımın bu kadar kapsamlı cevaplardan hoşlanmadığını seziyorum. Fazla nüans, fazla ayrıntı. Maalesef bugünkü uluslararası ilişkilerde ve yabancı basında geçerli olan ise büyük genellemeler. “Türkler şöyle... Türkler istisna...” diye başlayan cümleler. Ancak o zaman önem kazanıyor laflarınız. Aksi takdirde, genelleme yapmayı reddedip analitik yaklaşırsanız meselelere, sıkılıyor insanlar. Kimsenin vakti yok o kadar düşünmeye. Düşünmeden bilmek, uzaktan yargıya varmak her zaman daha kolay geliyor.
16.04.2006