Bizde fikir ve sanat dünyasında en çok ihtiyacını duyduğumuz şey hakiki eleştiridir. Ne yazık ki kültürel kumaşımız dokunurken, bu son derece temel iplik eksik kalmış, bir türlü katılamamıştır ana dokuya. Bizde objektif ve serinkanlı, yani eş dost tanıdık ilişkisinden etkilenmeyen, insanları “sevdiklerim” ve “sevmediklerim” diye ikiye ayırmayan, som anlamıyla tarafsız ve eser-temelli bir eleştiri geleneği mevcut değildir. Onun yerine “çemkirme” geleneği vardır. Çemkirmek çirkin bir eylem ama güzel kelimedir, herkes kullanmayabilir. Çocukluğumdan kalma Makbulehanım teyze kullanırdı bu kelimeyi, oradan kaldı bende. Çekiştirmek ile tükürmek arası bir şey gelirdi gözümün önüne, ne zaman işitsem bu lafı. Tanıma uygun. Zira aynen böyledir edebiyat ve sanat evrenimizde de süregiden eleştiri anlayışı. Ya arkasından konuşarak çekiştirmek ya da yüzüne yüzüne hakaret ederek tükürmek. İkisinin bileşimi: çemkirmek.
Ahmet Hamdi Tanpınar bir yazısında bizdeki eleştiri geleneğinin her zaman sözlü kaldığını belirtir. Sözle eleştirmek kolaydır, kolaycılıktır. Havaya karışır söz, dilin kemiği yoktur nasılsa. Eleştiriyi yazıya dökmek ise tam tersine, zor iştir. Disipline sokar insanı. Yazının sorumluluğu vardır. O zaman dikkat etmek zorunda kalır eleştiren kişi, neyi niçin eleştirdiğine, nasıl kelimelere döktüğüne. Sözde gayet mümkün ve alabildiğine kolay olan, yazıda zorluk çıkarır. Ne yazık ki kültürel ve entelektüel tarihimiz boyunca bizde yazılı eleştiri de, eleştiri yazını da gelişememiştir.
Muzdarip olduğumuz bir başka özellik ifrat ile tefrit arasında salınmamızdır. Ya çok severiz kültür dünyasının figürlerini, ya nefret ederiz onlardan. “Bizde sanat sahasında olduğu gibi ilim sahasında da hakiki manasıyla tenkit yoktur. Meydana çıkan herhangi bir eser, herhangi bir tetkik hakkında yazılan şeyler, eserden ziyade müellifin şahsına aittir: Müellifi ya yedi kat göğün üstüne çıkarırız, yahut yedi kat yerin dibine indiririz. Yani, tenkid namına yazdığımız şey, hakikatte ya bir takriz yahut bir hicivdir.” Böyle yazar kıymetli Fuat Köprülü “ilim ve tenkit” başlıklı 1939 tarihli yazısında. O günden bu yana ne değişti bu anlamda? Hiçbir şey. Bugün de bizde hakiki anlamıyla tenkit yoktur. Bugün de yazıdan ya da eserden ziyade onun arkasında şahsın üzerine yerleştiririz büyütecimizi. Ve tıpkı dün olduğu gibi bugün de vur deyince öldürür, ya övgü ya sövgü tarafına meyleder, yazarı ya överek putlaştırır ya aşağılarız. Ortası? Ortası yok! Daha başkası? Daha başkası yok! En çok ihtiyaç duyduğumuz şey, bir başka eleştiri geleneği.
Bu yüzden işte, genç eleştirmenler girişimlerini çokça önemsiyorum. Geçen sene Araf bu etkinlikte yer alan genç eleştirmenlerin en çok irdeledikleri, eleştirdikleri kitapların başında geldiğinde bundan heyecan duyuşum bu sebepten. Yazılar içinde olumsuzlar da vardı şüphesiz, olumlular da. Romanı şu veya bu sebepten ötürü tenkit edenler de vardı aralarında. Zaman zaman soruyorlar okurlar: “Kitaplarınıza yöneltilen negatif eleştirilere kızmıyor musunuz, içerlemiyor musunuz?” Kızmıyorum. Kızamıyorum. Yeter ki layıkıyla eleştirsin. Yazarların da akademisyenlerin de gazetecilerin de o kadar ihtiyacı var ki bu memlekette metin temelli, yazı odaklı ve partizanlıktan kaçınan analizlere...
14.05.2006