Tarih: 30 Nisan Pazar. Yer: İzmir Kitap Fuarı. Edebiyat-siyaset-değişim ekseninde bir konuşma vermek ve Egeli okurlarla buluşmak için İzmir’deydim bu hafta sonu.
Saatlerce süren, bir türlü tavsamayan bir ruhsal ve zihinsel yoğunluk; hıncahınç salonda kolay kolay unutamayacağım cinsten bir paylaşım, alabildiğine dostane bir merak izleyicilerin yüzlerinde.
TÜYAP yetkilileri bu sene fuara akın edenler arasında bariz biçimde kadınların çoğunlukta olduğunu söylüyorlar. Kadınlar daha çok okuyor, bilhassa edebiyatı daha yakından takip ediyor. Bu önbilgiyle girdiğim tıklım tıklım salona dikkatle bakıyorum. Burada da kadınlar çoğunlukta âdeta, ama erkeklerin oranı da ona hayli yakın sayılır. Her telden her demden okurlar. Yerleşik İzmirli ailelerin üç kuşak fertleri kadar İzmir dışından gelenler de var. Üniversite öğrencileri, akla gelecek her ideolojik cenahtan ve her bölümden; bambaşka yaş gruplarından ev hanımları, anneler, teyzeler, halalar; meslek sahibi kadınlar, türbanlı kız öğrenciler, feministler, kâh muhafazakâr kâh laik Batılılaşmış ailelerden gelenler; Kürt öğrenciler, İzmir’de kendini “dışarlıklı” hissedenler, öğretim üyeleri, İzmir’in kalan son azınlıkları ve kimi Mevleviler, Bektaşiler, Melamiler... Ege insanı dingin. Bir olgunluk var havada. Çocuklarıyla ya da anneleriyle, en sevdikleri aile fertleriyle beraber gelen okurların çokluğu dikkatimi çekiyor. Arkadaşlarına, akrabalarına, sevdiklerine kitap veren, fikir sunan, düşünce armağan eden insanlar bunlar.
Konuşmaya başlar başlamaz hissediyorum havadaki yoğunluğu. Kelimelerimin, anlattıklarımın, hatta yapacağım yorumların “tanıdık” geleceği hissine kapılıyorum. Kalabalığın içindeki pek çok dinleyici, belki de büyük çoğunluk beni biliyor, sanki yakından tanıyor. Hangi konuya nasıl yaklaştığımı, hangi temel soruya ne cevap vereceğimi biliyorlar; ama olsun, gene de soruyorlar. Çünkü önemli olan konuşmak, aslolan paylaşmak, fikirleri söze dökmek, kelimeleri dolaşıma sokmak. Soracak soruları, anlatacak sırları, paylaşacak itirazları olan yüzlerce yüzlerce edebiyatsever; şu veya bu sebepten ötürü ârafta kalmış, kendini hep ârafta addetmiş mütereddit ve müstakil ruhlar... En nihayetinde bize ayrılan süreyi geçip, salondan kovuluyoruz hep beraber.
Ardından başlayan imza, uzadıkça uzayan kuyruk; fotoğraf çektirenler, hediyeler verenler, hayat hikayelerini bir kutu içinde bana sunanlar, önceden yazdıkları mühürlenmiş mektupları iletenler, boynundaki eşarbı, parmağındaki yüzüğü, çantasındaki kalemi bana hediye etmek isteyen okurlar... En sonunda uçağımı kaçırmak üzere olduğumu fark edip kesmek zorunda kalıyoruz imzayı. Hâlâ kuyrukta bekleyenlere karşı mahcubum, özür diliyorum. Apar topar, koşar adım ayrılış.
Gayriihtiyari ve belli belirsiz bir tebessüm benimle beraber geliyor İzmir’den İstanbul’a. Kim ne derse desin, yazar okunmak ister. Aksini iddia eden yazarları alkışlayalım; ama dürüstlüklerinden şüphe duyalım, Camus’nun dediği gibi. Yazdıklarının okunduğunu, tartışıldığını, hissedildiğini, yani kitapların okurlarla buluştuğunu, üstelik hemhal olduğunu görmek muazzam bir mutluluk ve onur kaynağı bir yazar için. Bana böylesi bir ruhsal ve duygusal ve zihinsel zenginlik yaşattıkları için müteşekkirim Egeli okurlara.
02.05.2006