. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Küskünler toplumu

Ne çok küskün insan var bu toplumda, ne kadar sık küsüyoruz birbirimize. Büyümemiş çocuklarız, sağ elimizin işaret ve orta parmakları dolanmış birbirine; ha bire bozuşuyoruz birileriyle.

Sadece duygusal dünyamızı değil, zihinsel dünyamızı da ikiye ayırıyoruz: “sevdiklerim” ve “sevmediklerim”. Futbol takımı tutar gibi tutuyoruz sanat ve fikir dünyasının simalarını: doğuştan fanatik olmaya ahdetmişiz bir kere. En “entelektüel meseleler”de dahi, temel ölçütümüz duygularımız. Eserden ziyade kişilere odaklanırız. Ya topyekûn sahiplenir, ya büsbütün reddederiz. Eleştirilerimizde de, beğenilerimizde de alabildiğine fanatik, her daim partizanız. Bu sebeptendir ki, bir yazarı şahsen sevmeyip gene de yazdıklarını büyük bir keyifle okuyabileceğimiz ihtimaline tamamen kapalı algılarımız. Yazısını beğenmek için illa da o insanı sevmek zorunda mıyız?

Yahut tam tersine. Belki de kişiliği böyle iyi, şöyle güzel de bir edebiyatçının, lakin yazdıkları hitap etmeyecek bize. Olamaz mı? Ya da hakikat belki de daha karmaşık. Belki de aynı yazarın bir kitabını çok çok beğenip de bir sonrakinden tad almamak mümkün, derken bir başka yapıtını tekrar beğenmek... Yazar ile yazıyı, sanat ile sanatçıyı birbirinden ayırt edebilmeli. Keza bir sanatçının farklı farklı ürünlerini de değişken ölçütlerle değerlendirebilmeli. % 100 beğeni ile % 100 reddiye arasında gidip gelmek zorunda değiliz. Şahıs ile eseri birbirinden ayıramadığımız için eleştiriyi şahsa yöneltilmiş bir hakaret gibi algılamaktayız. Bu edebiyatta da böyle, siyasette de böyle, akademide de böyle...

Boston’daki ilk günlerim. Üniversitede ilk bölüm toplantıma katılıyorum. Ellerimizde kova boyutunda kahve fincanları, önümüzde yığılı programlar; öğretim üyeleri bir sonraki dönem verilecek dersleri tartışıyorlar. Çok geçmeden çetin tartışmalar alevleniyor, alabildiğine keskin fikir ayrılıkları. Derken iki öğretim üyesi bariz biçimde ters düşüyor birbirine. Birinin vermek istediği dersi beriki tamamen gereksiz görüyor. Eleştiren akademisyen, söz konusu dersin niye açılmaması gerektiğini anlatabilmek için alıyor sazı eline, son beş yılda verilen benzer dersleri irdeleyip, meslektaşına başka bir ders açmasını öneriyor en nihayetinde. Öteki sinirleniyor. Açacağı dersin gerek öğrenciler gerekse kurum için önemini ispatlamaya girişiyor.

Tansiyon yükseledursun ben kenarda merakla bekliyorum. “Herhalde çıkışta kapıda birbirlerinin boğazına sarılır yumruklaşır bunlar, ardından aylarca birbirleriyle konuşmaz, diğer öğretim üyelerini, hatta öğrencileri ve asistanları da kendi kamplarına çekmeye çalışırlar. Vah yazık, amip gibi bölünür şimdi bu bölüm. Daha bir beş sene toparlanamaz artık...” Bunları geçiriyorum aklımdan; çünkü böyle yürür işler Türkiye’deki akademik toplantılarda. Ne var ki, toplantı tamamlandığında, daha az evvel kıran kırana tartışan iki akademisyenin şakalaşarak birbirlerinin kollarına girdiklerini görüyorum şaşkınlıkla. Hep beraber öğle yemeğine çıkıyoruz. Hayret, kimse kimseye küsmemiş. Fikirlerini beğenmemek ile şahsa saldırı bir tutulmamış.

Bu Hıdrellez’de Hızır’dan dileğim: Kişi ile eseri birbirinden ayırabilen, eleştiriyi böylesine şahsileştirmeyen ve “yazar odaklı” değil “yazı odaklı” olabilen bir edebiyat ortamına kavuşmak...

 

09.05.2006

 

İzlenme : 3200
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us