“Hamilelik boyunca havyar yersem çocuğum zeki olur mu doktor bey?”
Günümüz Türk toplumunda bir “zeka” fetişizmi gırla gidiyor. Zeka fetişizmi dediysem, en genel anlamda zekaya ve zeki insana duyulan hayranlık şeklinde almayın bunu; zira mesele daha farklı.
Alabildiğine somut ve tekil bir durum söz konusu burada: “İlla ki çocuğumun zekası yüksek olsun, IQ oranı yüksek çıksın” takıntısı. Bilhassa kadınların paylaştığı, keyifle kışkırttığı ve bilmeden metalaştırdığı bir ilgi alanına dönüşmüş durumda “çocuklarımızın zekası” teması. Yemek sofralarında, kahve, kurabiye, kek masalarında konuşulan en gözde konulardan biri.
Hamileliğinin çeşitli aşamalarındaki kadınlarla sık sık sohbet eder oldum bugünlerde. Sohbet etmemek ne mümkün. Siz sormasanız bile anlatıyorlar nasıl olsa. Hamileliğinin çeşitli aşamalarındaki kadınların en çok sevdikleri şeyin konuşmak-konuşmak-konuşmak; ama her ayrıntıyı uzun uzun, ballandıra ballandıra, üstelik tekrar ede ede konuşmak olduğu kanaatindeyim. Ellerinde yemek listeleri, hangi besinden ne kadar yedikleri takdirde çocuklarının daha zeki olacağını hesaplamaya çalışıyor anne adayları. Bu memlekette doktor bekleme odalarında, yollarda, dolmuşlarda, misafir salonlarında fısıl fısıl konuşuyor kadınlar, akıl veriyorlar birbirlerine: “Bol bol balık ye, oğlun zeki olsun!” “ABD’den ithal Omega-3 hapları satılıyor eczanelerde, her gün 3 tane alsan çocuk cin gibi doğar valla!” Bu modanın son bombasını geçen hafta işittim, gene bir doktor bekleme odasında: “En iyisi havyar yemekmiş, anne her gün iki kaşık havyar yiyince dahi doğuyormuş çocuk...”
Anlayamadığım bir nokta var: Bir an için varsayalım ki tüm bunlar doğru, velev ki zekayı tasarlamak mümkün ve diyelim ki böyle tasarım harikası “süper zeki” bir çocuk imal etmeyi başardı Türk anneleri, ... peki ya sonra? Çocuk doğdu, az buçuk ayaklanıp dillenince birtakım yetenekleri ve ilgileri olduğu ortaya çıktı: Mesela müziğe, resme, heykele, sanata ya da matematiğe. Belki sıra dışı meziyetlere sahip, öyle ya havyar çocuğu bu, sıradan olamaz. Mesela oğlunuzun modaya ilgisi olduğu anlaşılıyor ya da mücevher tasarımına ya da menülere, yemeklere. İleride hayli iyi bir modacı, tasarımcı ya da dünyaca ünlü bir şef olması işten bile değil. Okumayı da seviyor bu çocuk, hem de nasıl, elinin altında daima yeni bir kitap, daha bu yaşta dünya klasiklerini devirmeye başladı bile, bayılıyor roman okumaya. Diyelim ki böyle süper yetenekli bir çocuk çıktı o havyar bebeğinden, peki ailesinin tavrı ne olur?
Boğmak! Yaratıcılığı boğmak, farklılığı törpülemek, sıra dışılığı ayıplamak, bireyselliği bastırmak... Sıra dışı merakları ve meziyetleri olan nice çocuğun hevesleri evvela aileleri tarafından kırılır, yetenekleri evlerinde bastırılır. Mümkün olduğunca “normal” bir çocuk olsun ister ebeveynler, “Nerede görülmüş oğlan çocuğunun modaya heves ettiği, çok daha itibarlı meslekler varken... Roman okumaktan, keman tıngırdatmaktan, sanattan, yaratıcılıktan ne hayır gelir, sen otur dersine çalış, çalış ki yakında seni sokacağımız sınav yarışında öne geç, Türkiye bilmem kaçıncısı ol, konu komşuya karşı göğsümüz kabarsın...”
Daha birkaç sene evvel evlatlarının zekası yüksek olsun diye hesaplar yapan ailelerin çocukları doğduktan sonra onların yaratıcılığını teşvik etmemesi, teşvik etmek bir yana, tam tersine, evlatlarının sıra dışılıklarını kendi elleriyle boğması nasıl açıklanabilir? Zekayı bu kadar fetişleştiren bir toplum yapısı, ruhtan olduğu kadar zekadan da beslenen edebi ve sanatsal üretime karşı neden bu kadar kapalı? Zeki bebek isteyip de yaratıcı çocuğa tahammül edememek nasıl bir ironi? Yoksa zeka denilen muazzam karmaşık ve ağır sorumluluğu, ÖSS sınavında doğru kutucuğu karalamak mı addediyor havyar hesabı yapan günümüz anne adayları?
25.07.2006