IRAK savaşı, Amerika daki muhalefet hareketlerinin ve karşıt - kültürün karnesine birkaç kırık not düşürdü. Üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri, sivil toplum kuruluşları ve grupları, medyanın içindeki eleştirel kalemler kendi başlarına, ayrı ayrı seslerini yükseltseler de, bir araya gelerek örgütlü, güçlü bir muhalif zemin oluşturmayı başaramadılar. Savaş boyunca, muhalefet potansiyelini tam anlamıyla hayata geçiremeyen ve aslına bakılırsa potansiyelinin hayli altına düşen bir başka alan da sanat oldu. Oysa Amerika, sanat ile siyaset ilişkisinin çeşitli boyutları ve derinliğiyle yeterince test edildiği bir ülkeydi halihazırda. 1968, başka pekçok damarın yanı sıra "müzik aracılığıyla muhalefet" olarak kaldı hatırlarda; 1970 lerin feminist hareketi hem gündelik yaşamın sembol ve kodlarını estetize hem de şiirselliğin estetiğini politize etmeyi başardı; takip eden yıllarda, kadın hareketinin kendi içindeki önyargılar ve ayrımcılık gene sanat aracılığıyla içeriden dile getirildi; siyahların, eşcinsellerin elinde görsel sanatlar hem bütün bir sisteme hem de teorinin mangalında kül bırakmayıp da, pratikte beter çuvallayanlara karşı eleştirel bir mecra olarak biçimlendi... Kübalı eşcinsel şair ve yazar Reinaldo Arenas ın eserlerine ve yaşamına duyulan ilgi, aynı zamanda, sanat aracılığıyla her türlü siyasi baskıya karşı yürütlen bir mücadeleye duyulan ilgiydi. June Jordan, Alice Walker, Maya Angelou ya da daha eskilerden Gertrude Stein... Amerika da yeni kuşaklar bu insanların sanat ve siyaset arasındaki ilişkiyi dönüştürmesinden etkilenerek büyüdüler. Oysa 1960 lardan bugünlere sanatın çeşitli dallarının ayrı ayrı ne denli yıkıcı ve dönüştürücü olabileceğini gözlemleyerek gelişen Amerikan toplumu bu savaş boyunca aynı minval üzre çok fazla şey çıkartamadı nedense.
Üniversite kampüslerinde, kozmopolit şehirlerde verilen konserlerde söylenen savaş karşıtı şarkıların da, bu şarkıları söyleyen ve söyleten şarkıcıların da çoğu zaten bu mevcut gelenekten geliyordu. Bu yaz, Joan Baez şehir şehir dolaşıyor Amerika turu kapsamında. Johnny Cash ın eşi, Woodie Gutrie nin kızı... Derken tüm referanslar bir geleneğin izleri üzerine. Yenilerden bu mecraya eklemlenenler olsa da, 2003 itibarıyla müzik endüstrisindeki muhalefet uluslararası arenadaki gelişmelere eskisinden çok daha kayıtsız. Müzik kadar etkili olabilecek sinema endüstrisi ise birkaç atımlık baruttan sonra ekseriya sessiz kaldı. Amerikan toplumunda sanatın sivri diline biber, savaşın başlarında yahut öncesinde değil, savaş başladıktan sonra sürüldü. Savaş başlamadan önce daha kolaydı karşı çıkmak. Başladıktan sonra tek bir cephe oluşturma gerekliliği, "cephedeki evlatları destekleme" söyleminin yoğun baskısı olası tüm muhalefeti parçaladı, etkisizleştirdi. Sinema endüstrisi tek tük çıkışlarla sınırlı kaldı. Michael Moore un her yaptığı çok konuşulsa da tüm eleştireleri kişisel düzeyde algılandı. Bağımsız sinemanın barındırdığı Hollywood karşıtı muhalefet potansiyelinden ziyade Michael Moore delisinin kendi kişisel çıkışları olarak.
Sinemanın çuvalladığı yerde tiyatro da alternatif sunamadı. Yazılan ve sahneye konan tiyatro oyunları şaşılacak derecede "bugünün dertlerinden ırak" durmayı başardı savaş boyunca Amerika da. Tek tek sanatın dalları sözkonusu olduğunda başlı başına tek istisnası karikatür dünyası oldu belki de. Ama onlar da medya ile ilişkileri içinde, medyanın içindeki yaklaşımları yankılamakla sınırlı kaldılar. Bush karikatürleri sel gibi ortalığı kaplasa da, savaşın ardındaki zihniyeti tek bir liderin gaflarına ve kişilik özelliklerine bağlayarak karikatür dünyası başka türlü bir depolitizasyona da hizmet etti bilerek bilmeyerek. Aynı temel özellik komedi sanatında da hemen hemen aynen tekrarlandı. Tüm stand - up şovlar, komedi programları bir karikatür adam olarak Bush u yerden yere vurmakla beraber, daha yapısal ve ideolojik meselelere el atmaktan özenle kaçındı.
Edebiyata gelince, öykü ve roman yazarları ortak bir bildiriye dahi imza atmayı başaramadılar. Aydınlar bildirisinin içindeki isimler arasında yazarların azlığı dikkat çekiciydi. Bu genel tablonun belki de tek istisnası şairler oldu. Amerika nın çeşitli eyaletlerinden 100 ün üzerinde şair bu savaşı ve ardındaki militarist zihniyeti protesto etmek üzere örgütlendi. Karşı cephenin örgütlenmesi fazla zaman almadı. Bu sefer savaşı desteklemek üzere bir araya geldi bir başka şair grubu. Sayıca çok daha az, sesleri çok daha cılız olsa da, ilk gruptakiler gibi onların da yaklaşımları kişiler ve isimler düzeyinde tartışıldı. Şiirin "anti - militarizm, anti - otorite, anti - egemen kültür" damarları tamamen görmezden gelindi.
Amerika da sanat günbegün adım adım uzaklaşıyor siyasetten. Bu uzaklaşmanın ardında "Sanatçıya aidiyet de¤il, sadece bağlar yeter. Sanata demir atacak liman değil, sadece rota gerek" diyen teorik bir kaygı da yok üstelik. Marcuse un, Adorno nun, Benjamin in kaygıları değil bugün itibar gören. Tam tersine, o eski bildik, dillere pelesenk olmuş cümle buralarda da sık sık yankılanıyor bugünlerde: "Sanata siyaseti bulaştırmamak lazım..."
Bu tanım uyarınca sanat yüce dağlardan aşırılmış kar suları berraklığında pek arı bir cevher. Siyaset ise bir nevi pislik. Öyle fazla içli dışlı olmana dahi lüzum yok, yağ gibi leke bırakan, çamur gibi vıcık vıcık. Elin değer değmez üstün başın kirleniyor.
Ne tuhaftır ki kendi içinde siyaset ile sanatı özenle ayıran toplum, Irak sözkonusu oldu¤unda daha farklı yaklaştı meseleye. Savaşın sonucu belli olduğunda, askeri detaylar geri plana düştüğünde en çok konuşulan konulardan biri Irak ta sanatın ve sanatçıların ülkenin yeniden yapılanmasında ne kadar önemli bir rol oynayacakları oldu. Yasaklı tiyatro oyuncuları, sansürlenen oyunlar, baskı altındaki şair ve yazarlar... Birden müthiş bir ilgi belirdi Iraklı sanatçılara. Birden müthiş bir inanç gelişti sanatın, toplumsalın ve bireyselin kodlarını dönüştürme potansiyeline. Demek davulun sesi gibi bir şey sanatçının siyasi görüşü, sanatın muhalefet potansiyeli. Her ikisi de uzaktan hoş geliyor Amerika da insanların kulağına; yakında, tam da burada şu anda yankılansın istemiyorlar aynı kolaylıkla.
Haziran 2003