Uçakta kitabı okumaya başlıyorum. Yolculuk uzun. Adet kanaması son tabu diyor yazar, kesinlikle belli edilmemesi konuşulmaması gereken ama bir o kadar kapitalizm tarafindan suistimal ve yanlış inanışlarca talan edilen: Bu kitapta kültürümüzün adet kanamasını zararsız bir zahmetken ayıp utanç verici bir olay haline dönüştürmek için nasıl elbirliği yaptığını inceliyorum . Simone de Beauvoir’ın büyümek üzerine yazdıkları düşüyor sayfalara: Genç kız vücudunun gittikçe kendinden uzaklaştığını hisseder, vücuduna yabancılaşır. Sokaktaki adam onu gözleriyle takip eder ve anatomisi üzerine yorumlarda bununur. Genç kız görünmez olmayı ister; ete dönüşmek ve etini göstermek onu korkutur.
Yer: Michigan
Koca cüssesi, köşeli hatlarıyla tüketim kültürünün abidevi zaferi gibi dikilen devasa bir süpermarketin reyonları arasında dolaşıyorum. PMS, yani adet öncesi sendromunu tedavi etmeye yönelik ürünlerle dolu reyon uzadıkça uzuyor. Hangi küçük şişenin, hangi tabletin, hangi esansın ve tütsünün ve sabunun ve merhemin neye iyi geldiğini okumaya kalksam bile akılda tutmak mümkün değil. E vitaminli, D vitaminli, soya takviyeli, hindiba otlu fesleğen soslu... Bilmediğim kelimelerle örülü onlarca ayrı marka, bitkisel ürünler, doğal tedavi yöntemleri, alternatif tıp... Marketten çıkıp kitabı okumaya devam ediyorum.
Son derece abartılmış, sistematik biçimde çarpıtılmış bir PMS endüstrisinin varlığına dikkat çekiyor yazar. Bir yanda kadınların bu dönemde eksik, gergin, asabi(!!!) olduklarına dair yaygın mı yaygın bir inanış, bir yanda yapay meselelere yapay çözümler üretmeye hazır ve nazır bir pazar ekonomisi. Araştırmamı ateşleyen etken pintilikti, diye devam ediyor Houppert: Zira sıtkı sıyrılmış bir tüketiciydim. Bunca çesit, bu kadar pahalı ve yüceltilmiş ürünler, hepsi kadınlar için. Kapitalizm kadın bedenini aynı anda hem saklanması gereken bir utanca çeviriyor hem de ‘utancıyla’ teşhir ediyor. Ve soruyor Houppert: Sahi, neden adet görmek bu kadar iğrenç bir şey olarak algılanıyor?
Yer: Arizona
Geleli bir gün oldu. Önümde bir yerel gazete, öylesine karıştırırken, çölde her ay dolunay olduğunda ayin yapmaya çıkan bir kadın grubunun varlığını öğreniyorum. Çıkıp çemberler çiziyorlarmış dolunayda. Vücutlarının döngüsel ritmini doğanın döngüsel ritmiyle uyuşturmak için tastamam dolunayda yumurtlamaya çalışıyorlarmış. Akşama doğru Houppert’in kitabına devam ediyorum. Adet sömürüsüne tepki mahiyetinde yeşeren hareketlerden söz ediyor yazar. ‘Tanrıça feminist’lerden ve onların kadınları nasıl tanrıçalaştırdığından. Adetin ‘kirli’ addedilmesi ne kadar yapay ve zorlama ise buna tepki mahiyetinde çıkan fetişleştirme-tanrıçalaştırma da o raddede ifrat-tefrit sarkacında. Kitapta anlatılan ne varsa ‘gerçek’ hayatta etrafımda. Bu kadar birebir örtüşme olmasını hayra mı şerre mi yormalıyım kestiremeden devam ediyorum okumaya.
Yer: Geçmişten kalma bir an
Çocuktum. Duymamam gereken bir laf duydum. Kirlendim, dedi kadın. Ürperdim. Kadına dikkatle, merakla baktım. Hiç de kirli bir hali yoktu. Her zamanki temiz, tertemiz komşufilancahanımteyze. Onlara baktığımı anlayınca kaş göz edip gülüştüler aralarında. Utandım. Sonra unuttum. Aradan seneler geçti. Bugün hatırladım.
İlginç bir şekilde erkekler bu konuda konuşma konusunda kadınlara oranla daha rahatlar, diyor Houppert. 1981’de ABD genelinde binden fazla erkek ve kadınla yapılan araştırma, erkeklerin yüzde 38 kadınların ise yüzde 27’sinin bu mevzunun ‘konuşulabilir’ olduğunu addettiğini gösteriyor. Konuşamadığımız bir meseleyi her akşam televizyonda izlemek nasıl bir şizofren tevekkül. Hem cıssss tabu hem reklamlarda. Saklanması gereken, belli edilmemesi gereken bir teşhir. Karşındaki adam sana evlenme teklif etmiş olsa, hatta ve hatta sen bu teklifi kabul ediyor olsan, yani bu nafile ömrü beraber geçirmeye niyet etmiş, ahdetmiş olsanız dahi, onunla paylaşılmaması gereken o hafi sır... Cıssss mevzu! Konuşulmaması yazılmaması, yazılmışsa bile derhal silinmesi gereken. Anne Frank’ın hatıra defterinden çıkartılan pasajları aktarıyor Houppert. Büyümek, regl olmak, hem çocuk hem kadın olmak, arzulamak, utanmak ve utandırılmak üzerine yazdığı ve sonra IroniTanrısı’nın izniyle bizzat babası tarafından sansürlendikleri için kitaplara alınmayan kısımları.
Yer: Beynimin içi
Zararsız bir zahmet idi adet kanaması vaktiyle. Bugünse başlıbaşına bir tabu ve aynı zamanda öbür, devasa bir endüstri sömürdükçe sömüren.
Karen Houppert’in muazzam kitabı bitti. Filiz’e yazmalıyım. Haklıymışsın, demeliyim. Okumaya değermiş, fazlasıyla.
Eylül 2004