. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Kaktüslü, Dikenli Yazı

BAZI şeyler hiç eskimiyor. Zamana karşı şerbetliler; ne yeniden yapılanmak durumundalar, ne de güncellenmek. Örnek mi? Eski televizyon dizileri. Elimde kumanda, Arizona’da bir yerlerde, oturmuşum koltuğa, durmadan yeni birini ünlü yapıp, eski bir ünlüyü harcayan Amerikan televizyonlarının dahi bir türlü eskitemediği tanıdık bir diziyi izliyorum: ’Uzay Yolu’.

Benden başka izleyen var mı bilmiyorum ama yayınladıklarına göre olmalı. Uzaya dair bir dizinin bana memleketi hatırlatacağını söyleseler inanmazdım, ama buram buram 1970’ler Türkiyesi kokuyor işte ’Uzay Yolu’. Aklıma Türkan Şoray’ın gözleri, dilimlenmiş beyaz peynir, duvarlara yazılmış siyasi sloganlar, bombalamalar, can korkusu, sokaktan geçen simitçiler... 1970’lerin Ankarası filan geliyor izlerken. Kucağıma patlamış mısır, fincana kahve doldurup döne döne eski bölümleri izliyorum.

İstediğin yerde durdurup, bir sonraki bölüme atlayıp, tekrar geri dönebiliyorsun. Ne güzel, teknoloji bizi pasifleştirip, ehlileştirmek için, koltuğumuza yapışıp kalmamızı kolaylaştırmak için emrimize amade. Dışarıda güneş. Sarı, kuru, çığırtkan. Arizona’da kış yok, sonbahar bile yok, kasıp kavuruyor güneş, ömrü hayatım boyunca güneşe söylenip de burayı boylamam ilahi adaletin tecellisi olsa gerek. Ben de güneşten kaçmak için perdeler çekili, hayata hoyrat, tutkuyla ’Uzay Yolu’ izliyorum bugünlerde. 

Ce-yar ve Mistır Sıpak
’Bunlar bunalım belirtileri,’ diyor Eyüp telefonda. ’Koltuğa gömülüp, eski dizileri yeniden izlemek, tanıdık bir evrene dönme ihtiyacının dışavurumu ve alttan alta depresyon belirtisidir.’

’Ama tanıdık bir evren sayılmaz’ diye kendimi savunuyorum: ’Bunlar başka, bunlar İngilizce konuşuyor.’

Oysa biliyorum ki, istedikleri kadar İngilizce konuşsunlar ekranda, ben onları Türkçe işitiyorum. ’Uzay Yolu’, ’Dallas’, ’Şahin Tepesi’... Hiçbirinin şansı yok. Hangi dilde yayınlanırlarsa yayınlansınlar, hangi ülkede gösterilirlerse gösterilsinler tekrar, hep Türkçe konuşacaklar benim nezdimde. Ceyar’ın ismi Mr. Jr değil, Ce-yar olacak işte. Keza Captain Spock da, Mr. Sıpak olarak kalacak belleğimde.

’Git aç perdeleri, çık oradan,’ diyor Eyüp.

’Tamam da hele şu alternatif gezegene bir varsınlar...’

Alternatif bir gezegen var bugünkü bölümde. Bir öte diyar...

Yeni Sene Gezegeni
Meşhur dizinin bugünkü bölümünde bir grup hippi kılıklı isyancı kaptan köşkünü basıp, uzay gemisi mürettabatını esir aldıkları gibi gemiyi kaçırdılar. Amaçları cennet kadar güzel ve olağanüstü olan bir gezegene doğru rotayı kırmak. Manifestoları da yanlarında. Gittiler de oraya. Lakin onca çaba, umut ve biraz da terörizmden sonra varılan gezegen, cennet olmak bir yana, tam bir balçık ve asit deryası çıktı. Meğer uzaktan parlayan o ışıltılı yüzey, asit tabakasıymış, ’Öte diyar’ fikirleri hüsranla sonuçlandı. Bölümün sonunda, ’Aradığımız cennet ‘araf’ çıktı,’ dedi hipilerden biri ağlamaklı. ’Aradığımız cennet cehennem çıktı’ demedi, ’araf çıktı’ dedi, içim sızladı.

Sene biterken olmazsa olmaz, illa ki içimizde bir yerlerde saklı bir ’öte diyar’ olmalı, varılmamış bakir toprak arzusu: Yeni yıl.

2006 gelecek ya, gelecek de koparacak bizi geçmişimizden, geçiştirdiklerimizden. Gelecek de daha güzel bir kapı açacak bizlere. Işıltılı bir davet, uzaktan uzağa göz kırpan. Bir umut içimizde, bindiğimiz gemiyi kaçırmamıza da gerek yok üstelik, nasıl olsa zamanın rotası tek yönlü bu sistemde, nasıl olsa takvimlerin yönü şimdi 2006’ya çevrildi, oraya varınca her şey sıfırdan başlayıp, daha güzel olacak.

Her yılbaşı bir umut içimizde. Yeniden ve yeniden yaşıyoruz bu sahneyi, sonra unutuyoruz çarçabuk, unutuyoruz ki bir kez daha tecrübe edebilelim aynı mizanseni gelecek seneye. Önce bir hevesle çıkıyoruz yola, artık 2005’in önemi yok, bitti tükendi nasıl olsa, şimdi rotamız Yeni Sene Gezegeni’ne çevrili.

Yeni Sene Gezegeni’ne varınca farklı olacak hayat, düzelecek, iyileşecek. Bir kayıp cennet arayışıdır ki dinmeyen içimizde.

Varıyoruz varmasına da, ah, o da ne, meğer cennet değilmiş, meğer uzaktan saray sandıklarımız kulübe, derya sandıklarımız balçıkmış.

Kaktüsten yılbaşı ağacı
Zamanın şu çizgisel, ilerlemeye şartlanmış akışı sahte umutlar, daimi tüketim ve dinmeyen hayal kırıklığı üzerine kurulu. Her adımda bir sonraki adımı düşünmeye odaklanmışız çünkü. Amerika’da bunu gözlemlemek daha kolay, ne de olsa daha görünür ve derine kök salmış kapitalist tüketim çarkı.

Her sene bir sonraki senenin vaadiyle noktalanmıyor mu? Bektaşi’nin çemberini arıyor içim. Ne ilerlemek, ne varmak, ne olmak... HİÇ yazılı bir yaftayla dolaşmak cüreti bende yok ama, Neyzen’de var bir tek.

’Bunlar bunalım belirtileri,’ diyor Eyüp telefonda: ’Çık dışarı, bir kaktüs bul, yılbaşı ağacı farzet, süsle, bir şeyler yap, derhal sıyrıl bu havadan.’

Devasa bir kaktüs buluyorum. Yeşil, iri ve dikenli... Ağaçkakanlar delikler açmış üzerinde, baykuşlar yuva yapmış o deliklerde, böcekler ve kertenkeleler dolaşıyor üzerinde. Bu yüzden Amerika’da bir tek Arizona’da yılbaşı tantanası olmuyor. Çöl bilge ve sakin. Kaktüsler süslenmek istemiyor. Dönüyorum ekran başına, kahvem soğumuş ama olsun, ’Uzay Yolu’nun bir başka bölümü başlıyor.

 

Aralık 2005

 

İzlenme : 4803
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us