Milletçe yeterince balık yemeyişimizden tarihi anıtlara yönelik genel hoyratlığımıza kadar hemen her konuda hep aynı açıklama çıkar karşımıza: "Ee, ne de olsa göçebe toplumuz. Daha yerleşik kültüre geçemedik tam olarak." Madem bu kadar göçebe bir toplumuz ve bir türlü yerleşemedik, kitapçı raflarında da hem tarihsel hem güncel nitelikte epeyce seyahat/keşif/anı kitabı bulmayı beklersiniz. Oysa son derece kısıtlıdır bu tür kitaplar. Anlaşılan ya yolculuklarını yazıya geçirmeyi alışkanlık edinmemiş, ya da aslında öyle yolculuk molculuk pek sevmeyen, evinden dışarı mümkün mertebe çıkmamayı yeğleyen bir göçebe kültürüz. Ne de olsa, Ahmet Midhat ın, ismiyle okurda kallavi beklentiler uyandıran yapıtı Sayyadane Bir Cevelan Beykoz dan başlayıp İzmit Körfezine kadar uzanıverir sadece. Ne de olsa abd-i hakir Evliya-yi fakir olarak tüm memalik-i Osmaniyeyi gezen Evliya Çelebi, dediği gibi bir ayaklı-dil-sürçmesi değilse eğer, başlıbaşına bir sapmadır pek çok açıdan; ayrılır genel kalıptan. Geri kalanlarımız, ne geçmişte ne bugün, şefaat yerine seyahat talep etmeye kalkmıştır Rab dan.
Merak ki en basit itki. Merak ki en çabuk yitirdiğimiz ve yokluğunu dahi hissetmediğimiz. Merak içinde yaşadığın âlemi hissetmenin, başkalarının hikâyelerini paylaşmanın, seyahat etmenin ve devrim yapmanın ve devrim olmanın ilk adımı. Dünyanın bir başka yerinde hiç tanımadığın birinin parmağı kesildiğinde yüreği dağlandığında hissetmek acısını feryadını, kayıtsız kalmamak, o yaraya neyin ya da nelerin sebep olduğunu sorgulamak, soru olmak, sonlanmamak... Ece Temelkuran ın yeni kitabı Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita, işte o en temel dürtüden hareketle düşüyor yollara. "Düzenin bozulmalı. Evden çıkmak budur aslında," diyor isabetle. "Yolculuk bir düşmek ve kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir."
Yol, sorunları değiştirmeli
İki şekilde yolculuk etmek mümkün: Bir, yola rehberlik etmeye kalkarak. İki, yolun sana rehberlik etmesine müsaade ederek. Birinciyi seçenler, ellerinde pusulaları, haritaları ve önceden ince ince saptanmış adresleriyle, her türlü önlemi düşünmüş, her nevi sürprizi önlemiş vaziyette, gıdım sapmazlar güzergâhlarından. Başlarken ne yapmayı planladılarsa aynen onu geçirirler hayata, harfi harfine. İkinciyi seçenler ise varmaktan ziyade gitmeye aşıktırlar. Yolun kendilerini alıp götürmesine, taşıyıp şaşırtmasına izin verirler. Başlarken hedefledikleri ya da tahayyül ettikleri yere varmazlar pek, başka yerlere ulaşırlar. "Sorularını değiştirmiyorsa yol, yol değildir aslında. Benim de sorularımı değiştirdi yol" diyor Ece Temelkuran. "Bu kitabı okuyup bitirdikten sonra sizin de sorularınızın değişmesini umarak." Böyle çıkartıyor okurlarını uzun ve düşündürücü ve cezbedici bir Venezüella yolculuğuna. Başlarken, Birhan Keskin den incecik duman gibi havada ağır ağır raks eden bir dize refakat ediyor okura. "Balkonlarınız çok yüksek sizin baş döndürüyor. Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor..."
Venezüella diyorum demesine de ülkenin resmi adı Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti olarak değiştirildi 1999 da. Chavez in halkın katılımıyla yazılan yeni anayasayı yürürlüğe koymasından sonra değişen nice kalıp ve tanım gibi. Amerikaya çok yakın, Tanrıya çok uzak bu diyar nicedir ayrı bir yer tutuyor dünya gündeminde. Sadece Venezüella nın değil, bütün Latin Amerika daki ABD karşıtı hareketin önderi olmaya soyunmuş durumda Chavez, üstüne basa basa vurguluyor talebini. Kimine göre dünyanın ihtiyaç duyduğu öteki ses Chavez. Kimine göre maço ve mazoşist ve milliyetçi ve intihar eğilimli. Eduardo Galeano ilginç bir diktatör olarak tanımlıyor onu. "Halkın kendisini iktidardan indirmesine izin veren bir anayasa yarattı ve görevden alınabileceği bir referandum düzenleyerek bunu göze aldı. Ama Chavez iktidardan indirilmedi." Bugün onunla beraber son derece çarpıcı ve etkileri uzun sürecek kırılmalar yaşanıyor ülkede. Kitapta alıntılandığı gibi, "Bu ülke yıllarca bu ülkeyi beyaz sanan beyazlar tarafından yönetildi. Ama Venezüella beyaz değil." Öyleyse ne, öyleyse nasıl? "Bir ülkenin belleğinin ve manevi dünyasının, sömürgecilik ve kapitalist üretim ilişkileriyle nasıl allak bullak edildiğini anlayacağız," diyor yazar. "Devrimin bu ülkede, bu halkta neyi ayağa kaldırdığını, devrimin sadece maddi koşullaırn oluşmasıyla ilgili olmadığını, bu ülkede bir derin iç kanamanın devrimle nasıl durdurulduğunu öğreneceğiz." Değişim değil, devrim...
Mc Donald ve Che Guevara
En çok da kadınlar sahip çıkıyor bu kelimeye ve uğruna ödenen bedellere. Kadınlar devrimi daha çok seviyor. Yazar anne merkezli erkek egemen bir ülke olarak tanımlıyor Venezüella yı ve kadınlarla söyleşiyor uzun uzun. Ne de olsa bu devrimi onlar yaptı, onlar anlatır. Ece Temelkuran kartpostalları, duvar yazılarını, ikonları, gündelik hayatta dolaşıma giren irili ufaklı eşyaları, sokağın dillerini, insanların hâllerini taşıyor önümüze. Ve ayrıntılar... Muhalif hediyelik eşyalar satan seyyar satıcılar. Mc Guevara kültürü. Mc Donald s ile Che Guevara nın karışımı yeni bir kültür. Muhalif karşıt kültürü simgeleyen malların kapitalist Pazar ekonomisini nasıl besleyip doyurduğunu görmek için. Bir atımlık, tüketip atmalık devrim ikonları... Onlar da var bu sayfalarda.
Bunca hikâyeden ve gözlemden, hüzünden de gururdan da nasibini almış tanıklıklardan sonra yarı sarhoş yarı suskun bir hâlde varıyorsunuz kitabın sonuna. Zıpla diyor Ece, demiyor haykırıyor. "Zıpla başka bir dünyaya." Erteleme üşenme biriktirme... Her şey şimdi şu anda. Çünkü mümkün. Çünkü hâlâ mümkün ve hâlâ mevcut bir başka dünya, bir öte diyar, insanca bir yaşam... Umut dolu ve evrensel bir mesajla bitiriyor bu bölümü yazar. Usulca fısıldıyor okurlarının kulağına: "Her şey güzel olacak!" Kolay değil bunu vurgulamak Venezüella dönüşü Türk insanına. Biz ki mutlu sonlara pek alışkın değiliz; zaferlerden ziyade hezimetleri anlatmaya meyyal, düşlerden ziyade düşkırıklıklarını duymaya istekli. "İşte bu yüzden Venezüella çok uzak geliyor bize. Bu yüzden öyle inanmaz ya da kötü bir son bekler gibi bakıyor insanların gözleri o ülkeyle ilgili anlattıklarıma..." Belki de evrenin bize biçtiği kendi küçük köşemizden tembel tembel başımızı uzatıp bakınca evrenin bir başka köşesinde insanların yaptıklarına, içten içe istiyoruz ki başaramasınlar. Başaramasınlar ki bizim ataletimiz, miskinliğimiz, kıpırdamayışımız meşruiyet kazansın. Deneyenler nereye vardılar ki, diyebilelim. Hayal kuramayanlar, hayallerinin peşlerinden gidecek yüreğe sahip olanların çuvalladığını görmekten zevk alırlar.
"Peki ama onlar nasıl yaptı, biz nasıl yapabiliriz?" diye sorarak yola çıkmıştı Ece Temelkuran. Her hakiki, her samimi yolculukta olduğu gibi başlangıç noktasını yitirerek dönmüş. Ne var ki yitirmediği bir sual yanında daima asılı kalmış: "İnsan nasıl sevmeli ülkesini, o ülkeyi sevmek zorlaştığında? Kederli bir mecburiyettir bir insanın ülkesini sevmesi..." Orası ile burası arasındaki zihinsel coğrafi kültürel hudutlar erimiş kitabın sonunda. İç içe geçmiş bakan ile bakılan. Bu kitap mesafeyle bakmıyor analiz nesnesi ne. Bilimsellik adına sinirini aldırmamış; öyle ruhsuz ve soğukkanlı bir inceleme sunmuyor. Bu kitap sokaklara çıkıyor, insanlarla beraber soluk alıp veriyor. Onunla siz de soluyor, onunla siz de dokunuyorsunuz Venezüella ya. Severek yazmak ne demek anlıyorsunuz.
Ece Temelkuran, Venezüella ya gitti; bizi biri anlatmalı, bizi biri başkalarına doğru anlatmalı diyerek ona hikâyelerini teslim edenlerin selamı üzerinde kalınca bu kitabı yazmaya başladı. Yazdı ve yazdıklarını alttan alta köpüren nehir sularına bıraktı... Kim bulursa, kime ulaşırsa, aramızda kimler merak duygusunu yitirmemişse... Devrim yapmış bir halkın selamı üzerinde kalmasın diye...
O selam yerine ulaştı.
· BİZ BURADA DEVRİM YAPIYORUZ SİNYORİTA
Ece Temelkuran, Everest Yayınları, 2006, 226 sayfa.
03/06/2006