Bir Rus, bir Amerikalı, bir de Türk biraraya gelirse? Elif Şafak, Amerikada ki ev arkadaşlarını ve ilginç beslenme alışkanlıklarını yazdı...
Evimiz fıkra gibi, bir Rus, bir Amerikalı, bir de ben Türk tarafını temsilen yaşıyoruz bu evde. Fıkralarda sırayla "Bir rus, bir Amerikalı nın ardından, Türk olanın her şeyi ya ters ya da yanlış yaptığını bildiğimden, azami gayret sarf ediyorum ev işlerini, gündelik yaşam meşgalelerini layıkıyla yapmaya. Salonumuz ve mutfağımız ortak ve en önemlisi buzdolabımız da. Ben artık öğrendim, buzdolabı deyip geçmiyorum. Meğer ne kadar önemliymiş buzdolaplarının mahiyeti, aç bak içine, sosyolojik gözlem, psikolojik tahlil yap. Meğer insanları, kültürleri tanımanın en iyi yollarından biri buzdolaplarının içini görmekmiş.
Ev arkadaşlarımın ikisi de bambaşka dünyalardan. Amerikalı olan, bu ülkeyi kasıp kavuran ve tüm diyet listelerinde bir numara olan Atkins Diyeti nde. Sadece protein ile besleniyor. Meyve yok, karbonhidrat yok, pasta tatlı yok, bol bol et var. Durumu o kadar kanıksamış vaziyette ki, "acıktım!" diyeceği zaman "derhal protein almalıyım!" diyor ya da "yemek pişiriyorum" diyeceği yerde "protein pişiriyorum". Onu böyle kabullendik, bağrımıza bastık, sesimizi çıkarmıyoruz. Buzdolabının sol tarafı ona ait. Orada, Fred Çakmaktaş ın yediği cinsten devasa et kalıpları duruyor, bir de ara sıra, herhalde ortalık fazla kırmızı oldu, tabağına renk versin diye, mısır, peynir, fasulye filan, sarı yeşil. Beslenme alışkanlıkları ağırlıklı olarak bu düzeyde. Basit ve alabildiğine sade. Ayrıntılar, markalar, lezzet farklılıkları, gurme incelikleri filan zerre umurunda değil Amerikalı arkadaşımın. Bu ülkeyi pek sevmiyor, sürekli söylenmekte, ama işte Amerika dışına da hiç çıkmamış, dünyanın geri kalanının neye benzediğine dair pek fazla fikri yok. Etini pişirip televizyonun karşısında alıyor soluğu. En son kim kimi bıçakladı, hangi şarkıcı kiminle uygunsuz vaziyetlerde görüntülendi, kimin evliliği niye çatırdadı... Her şeyi biliyor. Haftada bir popüler kültür raporları veriyor bana, bir de bol bol dedikodu Hollywood dan. En çok gelecekten bahsetmeyi seviyor, geleceğe dair planlarından, hayallerinden; bugünü tamamen geleceğe odaklı.
Buzdolabının sağ tarafı ise Rus a ait. Amerika ya geleli beş sene olmuş. Bu ülkenin her şeyini seviyor, en çok süpermarketlerde bu kadar bol çeşit olmasını. Her farklı tadı denemek gibi bir gayesi var hayatta ve hayli azimli bu konuda. Amerikalı nın aksine, tamamen ayrıntılara, markalara, ıcığının cıcığı farklılıklara göre alışveriş yapıyor. Mesela yoğurt alacaksa, sıradan hani bildiğimiz Allah ın verdiği yoğurdu almıyor da, illa yağı şu kadar alınmış, kalsiyum değeri bu kadar arttırılmış, bilmem ne ile tatlandırılmış yoğurt denemek istiyor. Buzdolabını açtığımda beni bekliyor sürprizleri: "yüzde 3.7 yağ oranlı, capuccino köpüklü, dibi fındık ezmeli bir-cırt marka yoğurt parfe". Ekmek mi alacak, tam bir saat harcıyor ekmek reyonunda, sonunda çekip buluyor istediğini: "üzeri fırında altı ızgarada kızartılmış organik buğdaydan yapma tropical meyve aromalı abuk ekmek." Durumu o kadar kanıksamış ki, normal konuşamaz hale gelmiş. Mesela, "çayının yanına kek ister misin?" gibi basit bir gündelik yaşam sorusu soramaz halde. Onun yerine şöyle cümle kuruyor: "gülle yaprağıyla tütsülendirilmiş oolong çayının yanına madem ezmeli ekstra çıtırdak brownie ister misin?" sorularını takip etmekte güçlük çektiğimden genellikle ne sorsa "hayır" diyorum bir süredir. Tabağını, tepsisini kaptığı gibi masa başında, Amerikan kadın dergilerini tarayarak yiyor genellikle. En çok geçmişten bahsetmeyi seviyor, geçmişini sevmese de. Bugünü tamamen geçmişe odaklı, ondan kurtulma peşinde.
Her sabah buzdolabını açtığımda iki farklı dünya buluyorum karşımda. Ev arkadaşlarım durumun farkında değiller ama kokular savaşıyor bu mutfakta. Kütük gibi tekdüze hamburger köftesi kokuları, olabildiğince inceltilmiş rafine mi rafine vanilyalı parfe kokularına karşı. Bir tarafta gelecek planları yapıyor biri televizyon karşısında, bir tarafta geçmişine hayıflanıyor beriki parlak dergilerin sayfalarını çevirip kendi yaşamına benzemeyen hayatlara baktıkça. Akşamları geldiğimde "buzdolabında fazla protein var, istersen al" diyor biri: "fırında beşamel soslu siyah mantarlı kuşkonmazlı spagetti var istersen" diye ekliyor beriki. Dedim ya, evimiz fıkra gibi. Bir Rus, bir Amerikalı, bir Türk sırayla alıyoruz payımızı gündelik yaşam meşgalelerinden. Yalnız fıkralarda olduğunun aksine, sanki bu sefer Türk tarafı değil güldüren.
Kasım 2003