"Kimsenin elinden bıçak almam. Gece tırnak kesmem. Nazar boncuklarına arkamı dönerek oturmam. Börek için açılmış hamur kapatılırken içine soluğum kaçmasın diye nefesimi tutarım. Eşiklere basmam. Tuz çevirir, çörekotu serpiştirir, ters dönmüş ekmekleri düzeltir, cin demeden evvel dilimi ısırır, avucum kaşınınca daire biçiminde kaşırım, daireyi tamamlamak için..."
Sabah hayli erken saatte başladı konferans. Akşama kadar sürecek. Ne de olsa mevzular derin, konuşmacılar cevval. Önüm arkam sağım solum tayyörlü kadınlar, takım kravat erkekler. Arada benim gibi kıyafet sapkınları olsa da tek tük, çoğunluk nezih akademisyen kılığında. Kahve molası olur olmaz devasa termosların önünde alıyoruz soluğu. Yanımda bitiveren kadın kendini tanıtıyor. Siyaset bilimci- 20. yüzyıl Balkan milliyetçiliği uzmanı-yardımcı profesör-şık giyimli-uzun ünvanlı-katı çehreli kadın ile sohbete başlıyoruz. Ortak ilgi alanlarımız ortaya çıktıkça açılıyor, yazmakta olduğu makalenin ana hatlarını anlatıyor bana. Yüzlerimiz durgun, üzerimizde ciddi mi ciddi bir eda, konuştuğumuz konuların ağırlığıyla ağırlaşmışız biz de. Ta ki sohbetdaşım öne doğru bir hamlede bulunup kahvenin yanında ikram edilen küçük pastalardan alabileyim diye masada dizili çatal-bıçak takımından bana bir adet uzatana kadar.
Şimdi bu sahneyi durdurmak lazım. Çünkü normalde en fazla üç saniye sürecek bir sahne bu, oysa on-on beş-yirmi saniye sonra dahi hala geçebilmiş değil. Nezih, ciddi, her şeyi çözmüş, tıkır tıkır işleyen beyinlerle dolu bir salonda akademisyen bir kadınla bilimsel mevzular konuşurken ben birdenbire donakalıyorum. Kadın elinde çatal bıçak almamı bekliyor. Aklınca nezaket gösterip pasta ikramında bulunacak. Yutkunup gülümsüyorum. "Rica etsem çatalı verip bıçağı masanın üzerine koyar mısınız?" Anlamadığı için tekrar etmem gerekiyor. Başka şekilde deniyorum. "Rica etsem çatalı da bıçağı da siz masaya koyun ben ordan kendim alırım." Robot gibi şaşkın hareketlerle yerine getiriyor söylediklerimi. Ben de uzanıp masanın üzerinden alıyorum kendi çatalımı bıçağımı. Kaldığımız yerden sohbete devam etmeyi deneyeceğim ama anlıyorum ki kadının aklı karışmış açıklama bekliyor.
"Şey... ben kimsenin elinden bıçak almam da. Aramız bozulmasın diye!"
Ağır ağır başını sallıyor. Beni şu anda şimdi ilk defa görmüş gibi dikkatle, merakla inceliyor bir yandan. Oldu olacak sakınmadan konuşayım bari.
"Kimsenin elinden bıçak almam. Gece tırnak kesmem. Nazar boncuklarına arkamı dönerek oturmam. Börek için açılmış hamur kapatılırken içine soluğum kaçmasın diye nefesimi tutarım. Eşiklere basmam. Tuz çevirir, çörekotu serpiştirir, ters dönmüş ekmekleri düzeltir, cin demeden evvel dilimi ısırır, avucum kaşınınca daire biçiminde kaşır, daireyi tamamlamak için..."
Ben konuştukça kadının yüzündeki dehşet büyüyor. Zoraki bir tebessümle "İlginç, ne kadar ilginç," demekle yetiniyor. Sonra o abuk lafı ekliyor sözlerine: "kültürel öğretiler!" Sesi soğuk olmasa bile kuru, bakışları kötü olmasa bile mesafeli, her şeyi analiz etmeye alışmış beyni bunu da analiz edip koydu bir kenara. Neyse ki kahve molası bitiyor çok geçmeden. Ciddi-akademik-kadını batıl inançlar listemi dinlemekten, beni de onun yüzündeki dehşeti seyretmekten kurtarıyor zaman. Takım kravat erkekler, tayyörlü kadınlar güruhuna katılarak konferans salonuna dönüyoruz yeniden.
İkinci oturumu ciddi-akademik-kadın yönetiyor. Otoriter bir öksürükle boğazını temizledikten sonra konuşmacıları tanıtıp, kuramsal bir giriş yapıyor. Masada dört konuşmacı var, sırayla söz veriyor her birine. O kadar dakik ki zaman ölçümünde, on dakika dolar dolmaz konuşmacının lafını kesip hemen ötekine veriyor sözü. Nihayet sıra dördüncü konuşmacıya geliyor. Yaşça ötekilerden hayli büyük uluslararası ilişkiler uzmanı lafa başlamadan salona dönüp göz kırpıyor: "Oturum başkanımız pek otoriter! Aman süremi aşmayayım. Şeytan kulağına kurşun."
Tak tak tak. Konuşmacı kulak memesini çekip tak tak masaya vuruyor. Ciddi-akademik-kadın ın sırtı cetvelle çizilmiş gibi dikleşiyor, delilerle çevrili bir dünyada yaşadığına karar vermiş gibi kaskatı, gergin, tetikte. Ne gariptir ki onbeş dakika sonra dahi, dördüncü konuşmacı süresini çoktan aştığı halde diğerlerine yaptığı gibi ona da müdahale etmeye yeltenmiyor. Ben bu işte batıl bir kuvvet olduğuna emin dinliyorum mütebessim.
Mayıs 2004