Bir şehri bırakmak ona olan tutkunu yitirdiğine kendini ikna edebilmeyi gerektirir, hele ki o şehir İstanbul gibi asla bırakamayacağın bir şehir ise.
Döndüğüm zaman bu şehre anlarsın aslında hiç ayrılmadığını. Bunca zaman, bunca kopukluk, bunca görmeyiş, bunca hasret, bunca mesafe, bunca uzaktan ahkam kesme, bunca yabancılaşma siliniverir bir dokunuşta. Parmaklarının ucunda isi, kiri, sesleri, martıları, insanları, aşklarıyla İstanbul durur. Sana kendini hemencecik hatırlatıverir şehr-i şehir, unuttum sandığın ne varsa dökülüverir kucağına, eteklerini toplayıp selamlarsın onu ve görkemini.
Simit Sarayları
Hayretle bakarsın neye hayret ettiğini tam da bilmeden. Simit sarayları yenidir mesela. Yoktu böyle bir şey 2 yıl evvel. Nasıl da kanıksamış insanlar hayatlarına giren yenilikleri. Sanırsın ki hep böyle yaşıyorlardı. Hep böyle olmadığını bir tek sen bilirsin, dışında kaldığın için, kendini bitimsizce seyralan bir geminin seyir defteri gibi hissedersin. Bende kayıtlı geçtiğin yollar, battığın sular, oturduğun kayalıklar. Hepsinin izi bende kayıtlı. Yazdım bir kenara satır satır, atlamadan hiçbir şeyi. Ama gemi bilmek istemez nerelerden geçtiğini. Gemi sadece yol almak ister. Sen elinde defterin, yazmasan da olmaz ki yazmaya devam edersin.
Çok az şey değişmiştir aslında ve ne kadar çok şey eklenmiştir şehre senin yokluğunda. Ölümü hatırlatan bir yanı vardır göçebeliğin. Ölüm de göçebelik de sana aynı şeyi söyler, yüzüne yüzüne acımasızca, derler ki bak senin yokluğunda da dönüyor zaman, bak senin yokluğunda da yaşıyor kendini yaşam, şehir soluk alıp veriyor. Sen yokken de sevişiyor insanlar. Sen yokken de ekmek çıkıyor hem de en sevdiğin sokaktaki o pek sevdiğin fırından, kahvaltıya oturuyor "benim" dediğin insanlar benim dediğin çay bahçelerinde olmayan biz leri konuşuyorlar belki de. Her saat başı yeni bebekler doğuyor, yaşam yenilenirken eskiye dair bir iz daha kayboluyor ortadan, eksiliyor İstanbul her an, ölüyor demek ki her şey mümkün senin yokluğunda. Dönüyor devran sen olsan da olmasan da.
Göçebenin lanetidir bu. Hiçliği bu yüzden bu kadar iyi hatmetmişsin. Yapmak, etmek, olmak, varmak ve yükselmek kadar tersini de bilirsin. HİÇLİK ve GEÇİCİLİK kelimelerini tanır ve uzun uzun tarif eder kutsal kitabın. Hiçlikten geçicilikten de bir o kadar haberdardır ruhun. Ama bir yanın direnir işte. Acır canın, yokluğunda olanları duymazdan gelirsin. Hani istersin ki senden sonra hiçbir şey olmamış olsun, hani tufan olsun, sen yoksan o yer aynı olamasın, böyle istersin içten içe, en bencil en benmerkezci evreninde böyle geçer içinden, istersin ki bir daha hiçbir şey aynı olmasın olamasın. Bir şehri bırakmak ona olan tutkunu yitirdiğine kendini ikna edebilmeyi gerektirir, hele ki o şehir İstanbul gibi asla bırakamayacağın bir şehir ise.
Dönersin. Döndüğünde ıslak bir kadınlık organı gibi seni içine çekiverir şehir. Gidersin. Gittiğinde yanardağ gibi seni dışına püskürtüverir şehir. Belki de hep böyle sürer gider bu. Belki de sonu yoktur bunca göçebeliğin. Belki de döner ve gider, gider ve dönersin. Kendi ayak izlerinde yürüye yürüye geçtiğin yolları silersin.
Temmuz 2004