Son on yılın en keskin kışı yaşanırken Boston’da, pazar sabahları çoğunluk kahvaltısında ya da hâlâ derin uykuda iken görüyorum onu sokakta. Tahminimce en az yetmiş yaşında. Kafasında beresi, bir elinde bastonu, ötekinde pankartı. O bir pamuk–nine–eylemci. Kamuya açık her yerde imza toplayan, sokak boyunca dizilip gelen geçen arabaları savaşa karşı korna çalmaya davet eden, internet üzerinden mesajlar gönderen, Iraklı sivillerin hayat hikâyelerini duyurmaya çalışan, Amerikan medyasını zehir zemberek eleştiren ve bu hafta sonu düzenlenecek geniş katılımlı yürüyüş için otobüsler kaldıran tüm grupların daimi üyesi. Hem yaşlı, hem kadın, hem anne, hem anneanne, hem aktivist, hem emekli, hem yurttaş.
Böyle bir anneanneniz var mı? Ya da anneniz? Peki ya siz kendiniz? Şimdi ya da ileride kendinizi, ya da kızınızı böyle bir kadın olarak tahayyül edebiliyor musunuz? Meclise girmekten değil, siyasi partilere aday olmaktan değil, bizzat kendi gündelik yaşamımızın kodlarından başlayarak toplumsal yaşamı dönüştürmekten bahsettiğimizde niçin gözümüzün önünde belirecek en son simalar ailemizdeki kadınlar oluyor? Türkiye’de siyasetle iştigal etmek ısrarla hep aynı toplumsal kesimden, yaş grubundan erkeklere has bir özellik. İşin ilginç yanı, kamusal alan ile özel alanı ayırmakta sonsuz çıkarı alan liberal söylem ile batı dışı toplumlarda yeşeren muhafazakar söylemlerin bu noktada müthiş bir uyum sergileyebilmeleri. Her ikisinde de, siyaset dışı alan demek “özel alan” demek, özel alan ise “kadın” demek. Siyasetin diz boyu çamur ve düzenbaz bir meşguliyet olduğuna hem tanık hem de kani olduğumuzdan, tüm kadınları, ama bilhassa evli barklı kadınları bu kirliliğin dışında tutmamız gerektiğine inanıyoruz. Haminnelerimizi sokakta protesto yürüşünde düşünmek bile ölesiye komik geliyorsa bize, komik olduğundan değil, Türkiye’de vücut bulan siyasi kültür güdük olduğundan.
Bu hafta sonu Amerika’da savaşa karşı çıkan binlerce insanı bir araya getirecek geniş çaplı yürüyüşü salt kendi yankısı içinde değil, artık gelenek halini almış bir yurttaşlık bilincinin dışavurumu ve uzun zamandır devam eden somut eylemlilikler zincirinin önemli bir halkası olarak görmek gerek. Toplantılar, dilekçeler, akademik konferanslar, internet üzerinden dolaşan mesajlar, dia gösterileri, belgeseller... Ülke çapında süregiden irili ufaklı onlarca ayrı eylemliliğin altında çok temel bir yapı var: Bireysel katılımın bütünü dönüştürebileceği, genel siyasi yapıyı etkileyebileceği inancı. Washington’da on binleri kapsayan yürüyüşlerden, kasaba kiliselerinin bahçelerindeki yerel etkinliklere kadar uzanan bu yelpazenin her damarı aynı inançtan besleniyor. Türkiye’de eksik olan, eksikliğini duyuran temel siyasi malzeme de bu.
Bizde siyaset ya hep–ya hiç meselesi. Ya tamamen ömrümüzü adarız, ya da hiç işiniz olmaz, oy vermek dışında kafa yormayız. Siyasi katılım başlı başına bir meslek gibi algılandığı için Türkiye’de, hem sanatçı hem de aktivist, hem akademisyen hem aktivist, hem ev kadını hem aktivist... olamayız. Ya hep ya hiç’in bir adım ötesi ölüm–kalım olduğundan siyasi söylemimize şiddet bulaşır çoğu zaman. Ve çaresizliğimiz, sıkışmışlığımız derinleştiğinde, ölümlerimiz de kamuya yönelik eylemlilik halini alır. Bireyler söz konusu olduğunda, intiharlar ve intihar girişimleri yaşamlardan daha politiktir Türkiye’de.
Siyaset ya hep ya hiç meselesi oldukça Türkiye’de, kadınlar, ya–hiç kulvarında kalmaya devam edecekler. Reşat Nuri Güntekin birey ile sistem, aydın ile halk ama en önemlisi kadın ile toplum arasındaki bölünmüşlüğü Feride’nin şahsında bütünleştirmeye girişmeden önce, Feride’nin yuvasını ve her türlü yuva kurma ihtimalini ortadan kaldırmak zorundaydı önce.
Siz hiç evli barklı, çoluk çocuğa karışmış, hatta anneanne dahi olmuş ama gene de Zeyniler Köyü’ne gitmekte ısrar eden bir Feride düşünebiliyor musunuz?
“Köy denince gözümün önüne, yeşillikler arasında Boğaziçi yalılarındaki güvercinliklere benzeyen sevimli, şen manzaralı kulübeler gelirdi. Halbuki bu evler çökmeğe yüz tutmuş, simsiyah viranelerdi.”
Boston’daki pamuk–nine–eylemci, kendi küçük yaşamının kozasından çıkıp da yüzünü dahi görmediği insanların acılarını umursarken, sistemi dönüştürebileceğine inanıp uluslararası arenadaki simsiyah viranelerin farkında olabilirken, Türkiye’de onun yaşıtı kadınlar ve onların kızları ve onların kızları siyaseten cahil kalıyorlarsa, bu farklılık, bu güdüklük, siyasetten gündelik yaşamı, gündelik yaşamdan da kadınları soyutlamakta ısrar etmemiz yüzünden.
09.02.2003