Kıtalararası bir yolculukta yanyana yolculuk etmeyi en son isteyebileceğiniz iki adet yolcu tiplemesi vardır. Ağlayan çocuklar, bir. Vıdıvıdı kadınlar, iki...
Var gücüyle oflayarak, öbür yanına dönüyor önümüzdeki yolcu. Gençten asabi bir adam. Her on dakikada bir tekrarlıyor aynı eylemi. Of-dön sağa-pof-dön sola. Bizden mümkün olduğunca uzağa. Arada bir mesajı alıp almadığımızdan emin olmak istercesine omzunun üstünden geriye bakıyor kötü kötü. Aldık tabi. Azıcık susar gibi olsak da gene kendimizi tutamıyoruz. Altı üstü abarttık az biraz sohbetin kıvamını ve tonlamasını. New York- İstanbul arası 9 saat kırk dakika. Zaman kendine yetişemiyor yanımda Fatma Müge olunca. Konuşacak konu sürüsüne bereket birikmiş, birbirimizi görmeyeli de bir ay olmuş şunun şurasında. Etrafımızda birer birer kapanıyor baş ucu lambaları, usul usul uykuya çekiliyor yolcular. Sadist değiliz elbet, alçaltıyoruz biz de sesimizi. Ama çok geçmeden, geçemeden, konuşmanın akışı konunun gidişatı derken, gaza gelip celalleniyoruz yeniden. Öndeki yolcudan gene bir of, poflaya poflaya yana dönüyor gene. Teoride hemfikirim onunla, tamamen paylaşıyorum adamcağızın isyanını. Ben olsam ben de arzu etmezdim uzuuun bir yolculukta bizim önümüzde oturan yolculardan biri olmayı. Çok samimiyim özeleştirimde.
Bu sebepten Fatma Müge de ben de etrafımızdaki yolcularla empati içinde yaptık vıdıvıdımızı. Ama işin doğrusu sorarım size, yokuş aşağı tıngır mıngır yuvarlanan bir teneke konserve, çözülen makara gibi insan bir kez başlamayagörsün dostuyla ruhdaşıyla dedikoduya, nasıl hızlandıkça hızlanır, açıldıkça açılır, kendi kendini gaza ve galeyana ve aşka getirir, bilmez misiniz? Kurtarılacak meseleler, analiz edilecek süreçler, kulakları çınlatılacak kişiler, anılacak hadiseler, çekiştirilecekler... Ben de bu ofla-sola dön-pofla-sağa bak taifesinin ayıplanacak-hadise-avcısı kesimi ni bu yüzden anlayamıyorum işte. Bu bir tür. Eskaza birileri aksırsa tıksırsa yanlarındaki koltukta, olur a bir konser esnasında, hemencecik kaşları kalkanlar bunlardır. Maazallah birilerinin cep telefonu açık kalmışsa sinema salonunda bunlardan hemen cık cıklar yükselir. Tamam kimsenin hoşuna gitmez film ortasında mekanik melodiye maruz kalmak ama zaten her kimse buna sebep utanmıştır, paniklemiştir yeterince, kapatacaktır elbet elinden geldiğince çabuk, ne demeye bir de üstüne adab-ı muaşeret bekçiliği?
Hem bu bekçilerin bilmediği bir şey var: ilahi adalet. Sen dur, cıklama oflama boş yere, elbet seni gevezelikleriyle bayıltanları da bir bayıltan çıkar. Tevekkülle karşıla. Sen yeter ki ilahi adalete itimad et!
Mesela Fatma Müge ile ben dokuz saat kırk dakika sonunda konuşmaktan sesimiz kısılmış vaziyette İstanbul a varınca, varıp da yağmurdan selden yolları tıkanmış havaalanından çıkabilmek için taksi şoförü şehr-i şehrin en geveze taksicisi çıktı. Dolayısıyla siz sakın merak etmeyin Türk Hava Yolları nın New York İstanbul uçağında önümüze oturma talihsizliğine uğramış gençten asabi bey! Müsterih olun! Zira biz taksiye bindikten sonra yazık yoldan gelmişler, onlara ne benim siyaset-mafya-futbol-Avrupa Birliği-AKP iktidarı-zina tartışmaları... gibi her konudaki fikirlerimden demeden ve bir dakika bile ara vermeden vıdı da vıdı bizimle tüm duygu isyan ve yorumlarını paylaşan ve az biraz alkollü olduğundan şüphe ettiğimiz ve doğma büyüme Balatlı olduğunu ve dahi çocukluk anılarını bile öğrendiğimiz cevval taksi şoförünün dilinden tecelli etti adalet. Ve hiç oflamadık.
Aralık 2004