"Her şey aslında iyi olarak doğar" der J.J.Rousseau, Emil in başlangıcında. İyi ve zayıf. Çocuk, doğuştan zayıf ve biçimlendirilmeye muhtaç olduğuna göre, sonradan alacağı eğitim büyük önem taşır. "Görülüyor ki insan, çocuk olarak başlamasaydı, beşer ırkı mahvolurdu" diye devam eder Rousseau ve toplum projesini ifade etmek için bir minyatür örnek üzerinde, Emil in şahsında anlatır derdini. Pek çok çağdaşı ve fikirdaşı gibi Rousseau da çocukluğun ne menem bir şey olduğunu ve nerede son bulduğu sorusundan ziyade, çocuğa verilecek eğitimin nasıl olması gerektiği sorusuyla haşır neşirdir.
Rousseau nun projesindeki çocukluk anlayışı, İbn Haldun un toplumlar ve devletler için çizdiği döngüsel şemada olduğu gibi, esas itibarıyla bir safhadır safhalar arasında. Onu başka safhalar takip eder. Oysa çocukluğu başka şekillerde görmek de mümkün; ya da şöyle demeli: Belki de tanımlanabilir, hudutları belirgin bir safha değildir çocukluk. Belki de Rousseau nun zannettiğinden ya da zannetmek istediğinden çok daha yakın akrabadır gececil ve kötücül olanla.
Lewis Carroll, küçük kız çocuklarının fotoğraflarını çekmeyi çok severdi. Bu amaçla alışverişler yapar, onları belli kılıklara sokar ve görüntülerdi. Bilhassa 9 yaşındaki Gertrude e kanapenin üzerinde uyuyormuşçasına pozlar verdirirdi. Rousseau nun görmek istediği iyilik ve zayıflığı görüntüleyebilirdi böylece. Ama bunun yanı sıra, Rousseau nun Emil ine yakıştıramadığı türden belli belirsiz bir karanlığı da işin içine sokarak.
Lewis Carroll un 1876 tarihli fotoğrafında her an gözünü açıp, kendisini seyredeni enseleyecekmiş gibi durur küçük Gertrude. Zayıf, küçük, kırılgan ve masumdur. Ama aynı zamanda bunların hepsinin birden reddiyesini barındırır. Dilediği an gözlerini açıp, kendisini seyredeni ayıplayabilir. Canı çektiğinde masumiyetlerinden sıyrılıp, şeytani bir tebessüme bürünebilir, sonra yeniden, eğer istiyorsa, masumiyete dönüş yapabilir. Tekin değildir. Tehlikelidir. Çocukların yeni geldikleri varsayılan cennetin ruhani ikliminden ziyade, dünyevi âlemin tenselliğine yakın ve yatkındır. Bu fotoğrafın arka kapısından çıkarsanız eğer, Nabakov un Lolita sına kestirmeden ulaşabilirsiniz. Oradan da bir adım daha atıp, Michel Tournier in Meteorlar ına.
Türk edebiyatı, aynen Türk demokrasisi gibi belli kimlikleri, belli kimliklerden daha çok kayırıp gözettiğinden midir bilinmez, çok fazla sayıda ve değişik, çelişik kişiliklerde çocuğa rastlamasınız ortalıkta. Arada gözünüze ilişen az sayıda çocuk da, ekseriya Rousseauvari bir ruh ikliminde hareket ederler. Bunun dışında en sık nükseden tema, "kötü geçmiş çocukluk"tur. Benim kuşağımın bol bol okuduğu çocuk kitaplarının da en gözde temasıydı bu. Ve bugün, bilhassa muhafazakâr-İslamcı edebiyatta geçer akçedir. İyi çocukların başına kötü şeyler gelir.
Oysa Lewis Carroll un çektiği fotoğraflarda ve Nabakov un Lolita sında ve Michel Tournier in Meteorlar ında, ne Gertrude, ne Lolita, ne de ikizler, böylesine som bir masumiyet içindedir. Onları takip ederken çocukluğun nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremez, ne menem bir şey olduğunu, nasıl sıfatlandırılması gerektiğini bilemez ve tüm bunlardan ötürü, hafiften tedirgin olursunuz. Masumiyet ve şeytanilik, iyilik ve erdemsizlik, çocukluk ve yetişkinlik birbirinin içine girer, birbirini allak bullak eder. Bize gelince, kendi çocukluğumuz bu hercümercin veballerinden arınamamışken; romanlarımızda, hikayelerimizde, senaryolarımızda, tiyatro oyunlarımızda canlandırdığımız çocuk karakterleri böylesi bir karmaşadan mümkün mertebe uzak tutmaktaki ısrar niye?
E Dergisi, Sayı 32, Kasım 2001