"Zihnimde bir bahar akşamının sarmalayan karanlığını duyumsayabiliyorum. Tarihlerden Mayıs 1871 ve ben bulunduğum yerden alevlerin kızıl yansımasını görebiliyorum. Paris yanıyor. Bu yangın aslında bir şafak vakti..."
O yangın geceye değil, gündüze değil, bir şafak vaktine tekabül ediyor çünkü bu bir eşik. Ve o eşikte durmuş, geçici bir an için de olsa oracıkta soluklanmış, yukarıdaki satırları yazarken Paris Komünü nün efsane isimlerinden Louise Michel, bir şeylerin topyekün sona ermekte olup, yepyeni bir şeylerin başladığına yürekten inanıyor. Bu tarihten kısa bir süre sonra tutuklanıp, mahkeme önüne çıkarılacak. Suçu: hükümeti devirmeye çalışmak.
Louise Michel in Paris Komünü nde barikatlar arkasındaki eylemlerini ve oradan Marx a yazdığı kinayeli mektupları bilenler; ya da tutuklandığında ona yöneltilen suçlamaların şiddetini ve onun mahkemedeki savunmasının keskinliğini anımsayanlar, belki de "devrimin bu yılmaz ve gözüpek bacısı"nın aynı zamanda son derece nazenin, şefkatli, duygusal ve romantik olduğuna inanmakta zorluk çekebilirler. Ama zıtlıklarıyla müsemmadır Louise Michel, hepimiz gibi, hepimiz kadar. Ve saklamaz bu zıtlıkları, birçoğumuzdan farklı olarak. Gözüpek ve kırılgandır, girişken ve sırça yürekli... Başkaları için canını tehlikeye atacak kadar kollektivist ama kolletiviteler içinde ruhsal yaraları kapanmak şöyle dursun büsbütün nüksedecek kadar yapayalnızdır. Bir devrime öncülük edecek kadar kararlı, daha hakça bir dünyaya olan inancını çocukluğunda kadınlar dünyasından miras aldığı empati ve şefkat ve sevme yeteneğine bağlayacak kadar duygusaldır. Şöminenin yanında, anneannesinin dizi dibinde oturmuş eski, çok eski masalları dinleyen, dinlerken hayalinde Kaf Dağı nın ardına dahi yolculuk edebilen ve "niye?" diye sormaktan asla vazgeçmeyen, dolayısıyla hiç büyümeyen bir kız çocuğu. Devrimlerin erkek çehresine düşen asi bir tutam kadın saçı. Gölgeli bir hüzün. İşvebaz bir nazar. Yaramaz bir tebessüm. Bedeninden utanmayan, bedenini kirli bir mendil gibi sıkılarak taşımayan bir kadın. Her Öteki nin de bir Öteki si olduğunu unutmayacak kadar engin bir zeka. Ezilenlerin de farklı dinamikler aracılığıyla aynı zamanda başkalarını ezebildiklerini, dolayısıyla devrimin hiçbir zaman parantez içine alınmaması gerektiğini; eğer özgürlükten yanaysak, yani salt kendimiz için değil, sadece işimize gelen özneler için değil, eğer ayrımsız herkes için som özgürlükten yanaysak, kapalı parantezler ya da şerh konulmuş ertelemelerle değil, "herkes için hemen şimdi"lerle konuşmamız gerektiğini bilebilecek kadar sabırsız, sınırsız, sakınmasız.
Devrim dediğin, sonu ünlemlerle ya da noktalarla bitecek bir cümle değil. Tepeden inme bir karar ya da emir kipiyle ifade edilebilecek bir niyet değil. Devrim, Deleuze ün üç noktalarıyla yazılabilir ancak: Ve... ve... ve... diye gider sonsuza değin, öylesine ilanihaye. Çünkü bitmeyecek bu mücadele, ne bir gecede, ne bir hamleyle; çünkü yüzde yüz haklı olmak diye bir şey yok, ne de sütten çıkmış ak kaşık mazlumluk halleri. Çünkü kim ne derse desin, kim ne kadar hamaset üretirse üretsin, aslında her devrimin ardında özgürlükten çok iktidara müptela olan kimi kahramanlar peydahlanır ve işte bu yüzden, yani vaktiyle Brecht in dediği gibi "kahramanlara ihtiyacı olmayan bir toplum yaratabilmek" için, o kültleşmiş figürleri alaşağı etmeye ihtiyacımız var. Çünkü devrim güzel olduğu kadar kaprislidir. Çünkü devrim verici olduğu kadar talepkardır. Ve devrim kendi çocuklarını yemeden, çocukları ondan yepyeni bir canlı doğurmalı: doğan o canın adnıı gene "devrim" koymalı.
Louise Michel devrim yapmayan, devrimi bizzat yaşayan, yaşayabilen, devrim olabilen nadir isimlerdendi. Tam da budur devrim: Öteki ni Ben in içine alabilmek; şeyler arasındaki bağlantıları görmek ve takip etmek; her sonucun bir sebep olduğunu idrak edebilmek; mesafeleri sıfırlamak, "ayrı" ve "gayrı" sanılanlar arasında dehlizler örmek; mahrum ve mazlum olanın hakkını aramak; başkasının parmağı kesildiğinde burada kanamak. Budur devrim: Zıt addedilenleri, o zıtlıkların ayrı ayrı tutulmasıyla asla elde edilemeyecek türden bir dönüştürücü, yakıcı, yıkıcı, onarıcı sentez çıkarabilecek surette buluşturmak. Eşdeyişle; imkansızın mümkün olduğuna inanmak. Diyalektiği boğmamak... Siyasetin şiirle şiirin siyasetle yer değiştirmesini aynı anda, aynı ölçüde arzulamak... Marx ın ne anlattığı kadar, neyi nasıl anlattığıyla da ilgilenmek... Serbest piyasa ekonomisinin dinamiklerini dahi şiirle aktarabilmek, içerik kadar estetiği de önemsemek, "haz" unsurunu küçümsememek, nefsi öldürmemek, insana ait olan hiçbir şeyi yadırgamamak ötelememek, bastırmamak!
Devrim hafıza demektir, "inadına hafıza". Hatırlamak senden çalınmak isteneni, direnmek kollektif ve sistematik amneziye karşı. Devrim inadına yaşamak, inadına yaşatmak, inadına isyan demektir. Yıkımın yaratıcı olduğunu bilmek, işe evvela kendi mutlak doğrularını yıkarak başlamak, asla kendinden o kadar emin olmamak, tereddütü ve tevazuyu unutmamaktır. Ve hata yapmaktır devrim, büyük hayallerle yola çıkan herkes gibi hataya meyyal olmak. Tökezlemek ve kapaklanmak yere; yara bere içinde kalmak, izlerin geçmeyeceğini, bir ömür boyu seninle beraber geleceğini bilmek ve kabullenmek demektir. Canının yanması demektir devrim, görünürde bir yaran olmadığında dahi. Ne gece ne gündüz sürekli şafak vaktinde yaşamak, arafta kalmak demektir.
Ve devrim hakkında söylenebilecek en güzel söz bundan biniki yüz sene evvel tasavvuf için yapılmış bir tanımdan çok da farklı değildir:
"Dar ve sıkıntılı zamanlarda yürekte genişlik, insanda can aramaktır" tasavvuf.
"Dar ve sıkıntılı zamanlarda yürekte genişlik, insanda can aramaktır" devrim.
Birikim, Sayı 205-206, Mayıs-Haziran 2006