Kütüphaneye doğru önüm sıra giden dört bisikletliyi birbirinden ayıran pek bir şey yok ilk bakışta. Dördünün de üzerinde kot pantolon, sırt çantası ve üç aşağı beş yukarı benzer tişörtler var. Oysa içlerinden biri öğrenci, bursla geçiniyor; beriki sosyoloji bölümünde doçent, hiç de fena kazanmıyor; üçüncüsü kütüphanede görevli, kıytırık bir ücret karşılığında bütün gün raflara kitap diziyor; dördüncüsü...… Dördüncü bisikletli aniden fren yapıp da, kafasını yol kenarında duran çöp bidonunun içine uzatmasa anlamak mümkün değil yoksulluğunun derecesini dışarıdan. Adımlarımı yavaşlatıyorum yanından geçerken. Bidondan kola kutuları topluyor, bir de yarısı yenmiş hardallı sosisli bir sandviç çıkarıyor kayıtsız bir ifadeyle. Yiye yiye çeviriyor pedalı yeniden, kayboluyor gözden.
Türkiye’de, İstanbul’da, kafalarını başka yana çevirenler dahi görmezden gelemez yoksulluğu. Elinizi uzatmayı tercih ederseniz hani olur da, dokunabilirsiniz hatta. Ürdün, Suriye gibi Ortadoğu ülkelerinde ise kimin zengin, kimin yoksul, kimin hangi kesimden geçmişten şecereden geldiği neredeyse kazınmıştır insanların giysilerine, hallerine ve ne gariptir ki, en çok da yüz ifadelerine. Amerika bu açıdan bakıldığında tam öbür uçta. New York gibi şehirler müstesna, yoksulluğu görünmez kılan bir kimya var Amerika’da, bilhassa muhafazakârlığıyla namdar Orta–Batı Amerika şeridi boyunca. Yolunuzun üzerindeki düzenli şehirlerde, kasabalarda kampuslarda neredeyse hiç rastlamıyorsunuz üstü başı dökülen, kokan, kılığından sefalet damlayan insanlara.
İstatistikler ayrı bir dilden konuşuyor oysa, sayılara bakılırsa yoksulluk sınırında yaşayan Amerikalıların oranı %12,7 civarında seyrediyor. Bu da yaklaşık 35 milyon insan demek, 14 milyonu çocuk. Sayılar kadar kategoriler de belirleyici. Ne de olsa her kesim aynı derecede etkilenmiyor yoksulluktan. Siyahlar arasında % 26, Latin Amerikalılar arasında % 25,6, Asya kökenliler arasında % 12,5 yoksulluk eşiğini aşamayanların oranı. Yayınlanan raporlar yoksulluk kadar tüketim eşitsizliğine de çekiyor dikkatleri. Amerika akıllara durgunluk verecek miktarlarda yiyeceği heba ediyor her sene. Ne var ki tüm bunlar bu konularla az buçuk ilgilenen, görmeye niyeti olan herkesin bakıp da sayılardan verilerden görebileceği gerçekler. Bir de göze ilişmeyen bir başka eşik var bu ülkede ve işte o eşikte takılıp kalan, didinip duran yığınlar, milyonlar.
Nickel and Dimed yakın zamanda piyasaya çıkan ve eleştirmenler tarafından takdir edilmesine rağmen, ne yazık ki, hak ettiği patırtıyı uyandırmayan bir kitap. Kitabın yazarı, New York’un çıkardığı en eleştirel kalemlerden Barbara Ehrenheich küçük, alabildiğine mütevazı bir sorudan çıkıyor yola: “Bu ülkede, saati 5–6 dolara çalışan insanlar var, sahi nasıl geçiniyorlar?”
İşte bu sorunun yüzü suyu hürmetine, Barbara Ehrenheich, yani Amerika’da en kaymak tabakalar içinde yaşayagelmiş, önde gelen okullardan mezun olmuş ve hep rahat yaşamış ama samimiyetini ve başka hayatlara olan merakını yitirmemiş bu önemli gazeteci/entelektüel, birdenbire kendini, hiç tanımadığı insanların hayatını ve gerçekliğini yaşarken buluveriyor. Ehrenheich yalnız başına çıkıyor bu yolculuğa. Bir sene boyunca, tek başına, Amerika’da eğitimsiz vasıfsız yalnız bir kadın olarak ayakta durmanın ne anlama geldiğini keşfetmek üzere şehir şehir dolaşıyor. Florida, Maine, Minnesota iş ya da yaşam vaat eden her yere taşıyor kalıbını. Ayrıcalıksızların arasına katılıyor. Bulduğu işler milyonlarca Amerikalının yaptığı işler, yani süpermarketlerde kasiyerlik, temizlik şirketlerinde temizlik işçiliği, lokantalarda garsonluk, otellerde hizmetçilik uzaktan bakıldığında hiç de fena görünmeyen, en azından sefalet kokmayan işler. İkinci ayın sonunda bir gerçeği teslim etmek kalıyor. Durmadan çalışsa dahi bulduğu işlerde, en berbat evleri odaları motel odalarını kiralasa dahi, geçinmesi mümkün değil bu şartlarda. Bu durumda geriye tek çare kalıyor. İki işte birden çalışmak, gerekirse üç. Tıpkı gene milyonlarca Amerikalının yaptığı gibi. Akşama kadar kasiyerlik, akşam da geceyarısına kadar garsonluk yapabilirsiniz mesela. Hiç durmadan, en ufak bir kazanım dahi olmadan çalışıp, en salaş yerlerde ev tutup, bir de en ucuz yiyecek olan hamburger ile beslenirseniz şayet, ev kiranızı ödeyip ay sonunu getirebilirsiniz. Tabii asla, kat’a hastalanmamak kaydıyla, çünkü olur da hastalanırsanız, sigortasız halinizle bir senelik maaşınıza mal olabilir en basit tedaviler bile.
Reagan yönetimi vaktiyle, yoksulluğu yenmeyi vaat etmişti herkese bir iş bulmak suretiyle. Milyonlarca insanın bir değil, üç işi var Amerika’da. Yoksulluk denildiğinde “işsizlik”, işsizlik denildiğinde “tembellik” anlayan Yeni Sağ ideolojisinin ustalıkla hasıraltı ettiği gerçek bu.
24.08.2003