Türkiye’de seneler mevsim mevsim geçer, şairler ise kesim kesim. Alır dilim dilim paketleriz her birini, dizelerinden sloganlar, isimlerinden ikonlar yaratırız kendimize. Aslolan kimliğidir okuduğumuz kalemlerin, zaten okuyup okumayacağımıza ona göre karar veririz. Yazıların içeriğinden kalitesinden derinliğinden evvel, yazanların aidiyet haritasında tam olarak nereye denk düştükleridir önemli olan. Şairlerin, yazarların, sanatçıların nüfus cüzdanlarında cinsiyet / yaş / din / doğum yeri ile beraber bir de “aidiyet” hanesi olsa ne kadar rahat edeceğiz. Bakar şıp diye anlayıveririz o zaman kimin kitaplarını alacağımızı, kimi ise asla haşa okumayacağımızı.
Asker toplumuz, erkek toplumuz evvelallah, kültürel ikonlarımızın etrafında bölük bölük erkek erkek gruplanırız. Genelde kadınlara kapalı olmasa da edebi mahfillerimizin kapıları, laf aramızda, duymasınlar ama, açık olduğu da tam olarak söylenemez aslında. Kültür erkek işidir. Şiir erkek işidir. Uğruna şiir yazılanlar kadın, şairler ise erkektir. Kadın çiçektir böcektir pasif resimdir, bakar bakar yazarız, yazar yazar yüceltiriz, bir şey yapmak istiyorsa bize söylesin onu da biz yaptırırız, yeter ki kıpırdamasın.
Ada ada bölük bölük erkek erkek toplanmışız, edebi adacıklar yaratmışız. Gene de gelmek isteyen olursa hani, karşı saflardan bizim saflarımıza, şu öteki adacıklardan bizim adamıza, gelsin tabii, hoş gelsin, kapımız açık bizim gibi olmak, ‘bizden’ sayılmak isteyenlere. Mesnevi fazla uzun onca sayfa, şöyle bir karıştırmışlığımız var ama, bilir geçinmişliğimiz ise pek fazla. Mevlana’yı da sündüre sündüre derinliğini çoktan yitirmiş ikiüç adet slogana indirivermişiz nasılsa. Ne demiş Mevlana: ‘Gel kim olursan ol, gene de gel’ dememiş mi, biz de işte aynı kadim hoşgörüyle seslenebiliriz öteki edebi adacıklarda yaşama gafletini gösterenlere. Gelsinler kardeşim, bizim takımdan olsunlar. Çok istiyorlarsa kadınlar bile gelsin, bacımız değiller mi?
Gelmek isteyen yürüsün bana doğru ama ben mıhlanayım olduğum yerde, kendi adacığımdan çıkmasın burnum dışarı, bilmem gereken ne varsa kendi adamın kültürel ikonları bana anlatacaktır nasıl olsa. Bazı bazı bu ikonları adamızdan sürdüğümüz de olur, ya da yerlerine yenilerini ithal ettiğimiz. Ya hep, ya hiç toplumu Türkiye, şairleri yazarları da ona göre. Birbirinin dilini konuşmayan, edebiyatını okumayan, sesini dahi duymayan cemaatler var Türkiye’de. Birisi “bizden” ise topyekün benimsiyoruz, aksi takdirde at çöpe. İslamcı kesimin şairleri, sol kesimin şairleri, Kürt kesimin şairleri, Alevi kesimin şairleri...
ODTÜ dolmuşunda seneler evvel elinde Nazım Hikmet’ten bir şiir kitabı olan ve bir gece evvel okuyup ne kadar beğendiğini anlatan bir öğrenciye yanında oturan arkadaşının verdiği cevap çıkmıyor zihnimden: “Necip Fazıl oku sen esas, hiç okumadın galiba?”
Pazar ekonomisinde bir malı bir başka malın yerine geçirebilirsiniz, edebiyat mal alışverişi değildir. Keza “yazan” ile “yazılan”ı da bir tutamazsınız. Sahi, kişiliğini fikirlerini tasvip etmediğiniz halde dizelerinden keyif dahi alabilirsiniz bir şairin. İsmet Özel’in tavrı, yaklaşımı, dünya görüşü alabildiğine ters, fersah fersah uzak. Ama ne güzel ne canım şiirler vardı vaktiyle bu kadar agulu olmayan dilinden akan. Dün oturdum, gene okudum eski şiirlerini, “topyekün sahiplenme” ile “topyekün reddiye” arasında gidip gelen edebi şarkıcımıza inat.
21.09.2003