Türkiye de edebiyatçı olmak, eğer ki kendini yazmaya adamışsan bir ömür boyu, ister istemez kamusal ve politik olmak demektir. Diyelim ki siz bir yazar olarak ne kamusal olmak istiyorsunuz ne de politik. Hatta asosyal birisiniz. Çekilmek istiyorsunuz kovuğunuza ve sadece ve sadece yazmak. Olsun varsın.
Kovuğunuzda sakin kalamazsınız. Bu memleket hem politikleştirir hem kamusallaştırır yazarlarını, bazen onlara rağmen yapar bunu. Böylelikle, sanatı üzerinden değil de, bir toplumsal algı merceğinden bakılır yazara daima, iç politikadaki iniş çıkışların ışığı altında. Yazı değil yazar odaklıdır edebiyat ortamımız. Bu yüzden, yazarları değerlendirken dahi metinlerden ziyade, kitaplardan ziyade, doğrudan doğruya kişiler konuşulur. Görünüşleri, sözleri, hatta fotoğrafları üzerinden edebiyatçılara not verilir. Not dediysek, ifrat ve tefrit arasında gidip gelir değerlendirme. Ya yüceltilir ya yerin dibine geçirilir yazar. Futbol takımı tutulur gibi tutulur yazarlar da. Ya filancacı sınızdır ya da ona karşı. Topyekün yanında ya da topyekün karşısında. Düşünce sistematiğimiz mutlakiyetçi olduğu için bir yazarın belki bir kitabını sevmeyip bir başka kitabını çok sevebileceğimiz ihtimaline yer vermeyiz. Ya büsbütün severiz ya büsbütün reddederiz.
Bu memlekette yazarları değerlendirirken hemen her faktöre bakılır da, ne hikmetse bir tek şu en temel faktöre, yani o yazarın kalemine, kaleminin yetkinliğine bakılmaz. Epi topu kaç kişi var ki tutkuyla, sadakatle, heyecanla ve inadına kitap okuyan? Ne de olsa biz milletçe kitaplardan ziyade siyaset konuşmayı severiz. Hem daha kolay, hem daha zahmetsiz. Kitap konuşabilmek için zahmete girmek lazım, alıp okumak, yalnız kalıp düşünmek, yeni yeni konulara kafa yormak lazım. Siyaset ise serbest atış bölgesi. Ücretsiz, zahmetsiz! Herkesin her şeyi rahatlıkla söylediği bir mecra. Dolayısıyla yazarları tartışırken katiyyen onların bulunduğu sanat ve edebiyat kulvarına gitmeye zahmet etmez, eserlerini irdeleme gereği duymayız. Onun yerine yazarları alanlarından çekip çıkarır, illa ki siyaset arenasına sokarız. Orada kim kime dum duma zaten. Patakla pataklayabildiğin kadar. Bu memlekette çok güzel yazar pataklanır siyaset arenasında.
Türkiye de edebiyatçıların apolitik olmak gibi bir lüksü yok. İsteseniz de istemeseniz de bu memleket politikleştirir yazarlarını. Hem de damla damla değil, hızlı hızlı, arşın arşın. Siyaset edebiyattan böylesine önde geldiği için, bir yazarın kitaplarını okumadan da hakkında kanaat sahibi olunabilen bir yerdir Türkiye. Öyle ki insanlar hiç mi hiç okumadıkları yazarlar hakkında gayet yerleşmiş kanaatlere sahiptirler. Bir edebiyatçıyı, kaleminden tek satır dahi okumadan değerlendirmekte sakınca görmez nice okur. "Hiç okumadım ama filancanın iyi bir yazar olduğunu düşünmüyorum..." kabilinden cümleleri rahatlıkla duyabileceğiniz topraklardır burası. Yazarların yazıları üzerinden değil kamusal kimlikleri üzerinden değerlendirildikleri bir yerdir Türkiye. Hal böyle olunca edebiyatınızdan ziyade siyasetinizle gündeme gelir ve öyle akılda kalırsınız. Kimsenin edebiyat okumaya vakti yok, niyeti yok. Has edebiyat okuru bir avuç. Siyasetin gürültüsü öylesine çığırtkan ki bastırıveriyor edebiyatın sesini.
Amerika-Türkiye seyahatlerim esnasında sıkça yaşadığım bir kimlik bölünmesi bu. ABD de yapılan söyleşilerde ekseriya sanat ve edebiyat soruluyor bana. Türkiye deki söyleşilerde ise ekseriya siyaset! ABD de hem okurlar hem de sizinle söyleşi yapan gazeteciler, edebiyatçılarla temel olarak yazı odaklı bir ilişki kuruyorlar. Bizde ise neredeyse yazı hariç her şey! Arada kaynayan, gümbürtüye giden edebiyat oluyor hep. Uğruna bir ömür harcadığınız kitaplarınız, romanlarınız, eserleriniz oluyor.
17.10.2006