“Modası geçmiş eski kelimeleri kullanmanızı beğenmiyorum.” demiş bir okurum. “Herkes başka boyutlarını tartıştı bu kitabın ama ben Baba ve Piç’i temelde dilinden dolayı eleştiriyorum, çok fazla Osmanlıca kelime kullanıyorsunuz.” diye eklemiş mesajının sonuna.
Kelimenin modası olur mu? Her toplumun tarihinde, kültürün ve toplumun evrilme biçimine göre eklenen yeni kelimeler ve ifade biçimleri olabilir de, modası geçti diye kelime ayıklamak nasıl bir zihniyet? Çoğaltmak dururken kelime hazinesini daraltmaya uğraşmak?
Şu son Nobel tartışmaları da gösterdi ki biz milletçe en edebi konuları bile siyasi kılıyor, edebiyat ve kültürü daima politikayla iç içe algılıyor ve böyle tartışıyoruz. Türkiye’de edebiyat politize, kültür politize, hatta ve hatta kullandığımız kelimeler dahi politize. Siyasetten bunca çekmiş bir toplumun gene de ısrarla, tutkuyla politize olmasını nasıl açıklamalı? Bir yanıyla olumlu bir özellik bu, çünkü Türkiye’yi değişime açık ve dinamik kılıyor. Ama bir yanıyla da tehlikeli, çünkü süreklilik duygusu eksik. Geçmişiyle barışamayan bir sistem bizimkisi. Osmanlı’yı ve hatta Osmanlıca kökenli kelimeleri otomatik olarak “eski”, eskiyi bağnazlık addetmek bunun sonucu.
Tarih bilgimizi ve aile hikâyelerimizi ayıkladığımız gibi, yazdığımız ve konuştuğumuz dili de ayıklamanın gerekliliğine şartlanmış zihniyetlerimiz. Bir kelimenin, biri “Öztürkçe” diğeri “Osmanlıca” iki karşılığı varsa, hangi ideolojik kamptan olduğumuza göre ya birini seçiyoruz, ya berikini. “Gerçek” kelimesini seçenler, “hakikat”i tedavülden kaldırma derdinde; “hakikat”çiler ise “gerçek”ten kurtulma peşinde. İkisinin asla, kat’a aynı şey olmadığını; yazarken ya da konuşurken, farklı farklı durumlara göre, insanın bazen birini bazen berikini kullanabileceğini kabullenemiyoruz bir türlü. Böylesi bir karmaşa ağır geliyor zihinlerimize. Bize kaosu çağrıştırabilecek her türlü esriklikten ve esneklikten kaçıyoruz sessizce.
Bir anlasam ne vakit kim karar verir kelimelerin ölme vakti geldiğine. Kelime çektirmek diş çektirmek gibidir, sancılı. Bir kelimeyi çektirdiniz mi dilden boşluğu kalır geride. Çok kelime çektirdiniz mi dilden, ağzınızda diş kalmaz, konuşamaz olursunuz. İngilizcede binlerce kelime ile kendini ifade etmeyi öğrenen bir lise öğrencisi Türkçede bunun epi topu üçte biri, dörtte biri kadar kelime ile idare ediyorsa, yaşadığı sokakların isminin ne anlama geldiğini dahi bilmeyen kuşaklar varsa İstanbul’da, Osmanlıca addedilen kelimelerin tınısını işitemeyecek kadar sağırlaşmışsa kulaklar modernleşme adına, kültür ve dil akamıyorsa bir kuşaktan bir kuşağa, sol görüşlü aydınlardan sağ görüşlülere, sağ görüşlü aydınlardan sol görüşlülere deveran edemiyorsa kelimeler ya da kavramlar... O muazzam, katman katman açılan tasavvuf külliyatı “derviş merviş işleri” diye bir kalemde çizilebiliyorsa, soldakiler tasavvufu hor, sağdakiler ise kendi tapulu mülkleri olarak görüyorsa, ukalalık, dışlamak ve mülkiyetperverlik böylesine kök salmışsa, tarihsel ve kültürel her birikim bir kalemde çizilebiliyorsa...
Bireysel tarihlerimiz için şık miladlar hazırlıyoruz özene bezene. Bu yüzden işte, başlangıçlarımızda ne yazı, ne kelâm, sadece dipsiz boşluklar var. Ayıkladığımız kelimeler, sahiplenmediğimiz isimler, tanımazdan geldiğimiz akrabalar, anmamak için dilimizi ısırdığımız hatıralar, yani hayatı alabildiğine çetrefil ama bir o kadar sahici kılan tüm şeyler... Hepsi atıldıkları çöplüklerde usul usul kokuşmakta ve ayıklanmış hayatlarımızın, ayıklanmış kültürümüzün yutucu boşluğunda bir başlarına salınmaktalar.
22.10.2006