Siyasi ve kültürel jargonumuzun temel kavramlarından birini teşkil eden xenophobia , yabancı düşmanlığı olarak çevrilebilir gündelik dile. Ancak bu çeviri, mesela Türkiye özelinde, illa da Türkiye vatandaşı olmayanlara yönelik bir düşmanlık gibi algılanmamalı.
Bundan çok daha kapsamlı ve katmanlı bir etki alanı yaratabilir xenophobia. Belki de çok daha doğru bir çeviri yabancı olan, yadırganan her şeye düşmanlık olmalı. Xenophobia, toplumların önemli dönüşümlerden geçtikleri tarihsel dönemeçlerde ve ekonomik darboğazlarda ivme kazanır, yandaşlarını artırır. En çok cehaletten beslenir, propaganda vasıtasıyla palazlanır, yayılır. Sorgulanmadan kabul edilen dogmalar, içselleştirilen kültürel kodlar ve toplumsal önyargılar canla başla hizmet eder xenophobia ya... Mademki insan tanımadığından, anlayamadığından korkar; mademki bilgi eksikliği empati eksikliğini de beraberinde getirir, cehalettir yabancı korkusunu en derinden besleyen.
Masum gibi görünen espriler, şakalar ve bilhassa genellemeler Öteki hakkında yapılır. Kaç kez işittim bu lafları. Yahudiler cimri olur , İngilizler soğuk olur , Almanlar çocuk sevmez , Batılılar aile nosyonundan yoksundur , ... gündelik yaşamın içinde sıkça duyulur bu laflar. Tabii Türkler hakkında da bol bol genelleme üretilir Batı da. Karşılıklı işler kalıplar. Masum gibi görünürler ilk başta, zihinlerimizi perdeler, görüş alanımızı daraltırlar oysa. Poulantzas ın dediği gibi masum kavram yoktur son tahlilde, hele ki böylesine duygu ve yargı yüklü olunduğunda... Bunları söyleyen insana sorsanız, "hayatında kaç Yahudi yi, kaç Alman ı, kaç İngiliz i yakından tanıdın?" Keza Türkler hakkında genelleme yapabilen bir Batılıya sorsanız "hayatında kaç Türk dostun, arkadaşın oldu?" Ne hikmettir ki, ne kadar az tanırsa bahsettiği topluluğu o kadar rahat genelleme yapar insan. Cevap ya hiç tir ya da en iyi ihtimalle birkaç kişi . "Peki epi topu birkaç kişi tanımakla nasıl bu kadar kallavi genellemeler yapabilirsin?" desek, üstelesek, duyup duyacağımız tek bir yanıt var: sessizlik. Demek ki birebir hayat tecrübesinden çıkmıyorsa bu kültürel saptamalar, nereden geliyorlar dilimize, zihnimize?
Edward Said, Daniel Barenboim ile geliştirdikleri Doğu-Batı Divanı için verdiği ilk kapsamlı söyleşilerden birinde uzun uzadıya bu konu üzerinde durur. Tüm dünyada ama bilhassa Ortadoğu-Batı ekseninde giderek artan ve kendisini de son derece kaygılandıran xenophobia nın ardındaki sebepleri ararken küreselleşmeye ve onunla beraber gelen küresel homojenleşmeye dikkat çeker Said. "Kendinizi her şeyi kapsayan bir küresel atmosfer olgusuna karşı savunmamızın bir yolu, geçmişin rahatlatıcı sembollerine geri dönmektir..." Bu akıntıya eşlik eden bir başka olgunun da eski imparatorlukların mirası olduğunu ekler. Hâlâ imparatorluklardan kalan güçler dengelerinin taşları yerine oturmamıştır. Hâlâ bir oluş hali ndedir dünya düzeni.
Kendini diğerlerinden kesinkes ayırmak, başka kültürden ya da milletlerden ya da gruplardan daha farklı, daha üstün olduğuna ve bu vasıfları doğuştan edindiğine inanmak... Bunu yaparken kendini sadece ve sadece tek bir kültürün parçası olarak görmek, bir dünya vatandaşı olarak algılamayı reddetmek. Ötekine sadece kayıtsız ya da mesafeli kalmak değil, uzaktan uzağa, bilmediğin halde bilircesine, bilgisizliğini genellemelerle örterek, sürekli tepki duymak, diş bilemek... Sadece oryantalizm tezi ile değil, çok yönlü bir entelektüel olarak ele almak ve bu ışıkta bakmak gereken Edward Said e göre, böylesi bir duygusal tepkisellik ve abartılı bir geçmiş fetişizmi, xenophobia ya hizmet eder. Türkiye, kültürel, siyasi ve toplumsal dönüşümden geçiyor. Bu geçiş süreci dinamik ve yaratıcı olduğu kadar xenophobia nın artmasına da elverişli bir zemin teşkil ediyor. Bu dönemeçte kendi zihinlerimizdeki önyargılarla yüzleşebilir ve artan xenophobia ya karşı tavır alabilirsek ancak tam anlamıyla demokratik, olgun ve kendine güvenen bir toplum olabileceğiz.
07/11/2006